Türkiye’de bir süredir İstanbul Sözleşmesi ve KADEM etrafında yoğun tartışmalar yaşanırken Ayasofya’nın yeniden cami olarak açılmasının ardından mevcut tartışmalara bir de hilafet konusu eklendi.

Art niyetli olmasa bile gereksiz hilafet tartışmasının dışarıda Türkiye’yle iki bağımsız ve dost ülke olarak ilişkilerini geliştirmek isteyen Arap ülkelerini ürkütmek için çaba sarf edenlere gollük pas niteliğinde olduğunu söylesek abartmış olmayız.

Kiminle, hangi hilafeti ilan edeceksin?

Türkiye’nin şu an yapacağı en iyi şey içeride bölünüp parçalanmadan bölgede güçlenmeye ve haklarını sonuna kadar savunmaya devam etmek olacaktır.

Bu arada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mevcut sistemdeki çarpıklığa dikkat çekmek için dile getirdiği “Dünya beşten büyüktür” sözünü doğru fakat bir o kadar riskli bulduğumu da ifade edeyim.

Çünkü bu sözün ardından “Güvenlik Konseyi daimi üyeleri arasında neden Müslümanları temsil eden bir ülke yok?” sorusu gündeme geliyor ve doğal olarak o ülkenin Türkiye olacağı düşünülüyor.

Peki ya o ülke Türkiye olmazsa?

Türkiye’nin daha da güçlenmesinden endişe duyan mevcut dünya sisteminin ağababaları Suudi Arabistan’ı veya Mısır’ı o konuma lâyık görürlerse ne olacak?

Olası bir oylamada Birleşmiş Milletler üyesi ülkelerin çoğunluğunun Türkiye’ye destek vereceği şüpheli.

Muhammed bin Selman’ın veya Abdülfettah es-Sisi’nin hiç hak etmedikleri halde öyle bir güç elde etmelerinin dünyadaki tüm Müslümanların aleyhine olacağı ise kesin.

İstanbul Sözleşmesi ve KADEM tartışmalarına gelince…

Konuyu sağlıklı bir çerçevede ele alanların yanında bir tür hesaplaşma peşinde olanların varlığı da dikkatlerden kaçmıyor.

Türkiye’de eskiden İslami kesimin ağzının içine baktığı bir takım “ağır abiler” vardı.

Yahudilerin ve İngilizlerin oyunları ile Rockefeller ve Rothschild ailelerinin çevirdiği dolapları anlatır, olayların göründüğü gibi olmadığını söyleyip komploları deşifre ederlerdi.

Sonra mahallenin çocukları okudu, yurt dışına gitti, yabancı dil öğrendi ve dünyayı tanıdı.

Teknolojide ve iletişimde yaşanan baş döndürücü devrim sayesinde neredeyse herkes her şeyden haberi olur hale geldi.

Bu arada geçmişte anlatılan birçok şeyin ucuz komplo teorisinden öteye geçmediği ve hiçbir değerinin olmadığı ortaya çıktı.

Alanının uzmanı haline gelen yetişmiş gençler saçma sapan komplo teorileri yerine sağlam verilere dayalı rasyonel bilgilerle konuşmaya başlayınca “ağır abiler” gözden düştü.

Anadolu insanını yıllar boyu zehirleyen hastalıklı komplo zihniyetine artık eskisi kadar itibar edilmiyor.

Son tartışmalara bakınca bazılarının bu durumu kabullenemediğini ve “her şeyi bilen” üç-beş kişinin mahalle üzerinde adeta vesayet kurduğu günleri özlediğini görüyoruz.

Öyle ya da böyle sürekli gündemde kalmak ve söz sahibi olmak istiyorlar.

Türkiye’nin o günlere dönmesi mümkün değil.

Bunu er ya da geç anlayacaklar.

Maksat üzüm yemekse İstanbul Sözleşmesi’nin artıları ve eksileri, KADEM’in doğruları ve yanlışları oturulur, konuşulur.

Fakat KADEM’in adeta “tüm kötülüklerin anası” gibi gösterilmeye çalışılması insafsızlık.

Bilakis Türkiye’nin KADEM benzeri daha çok derneğe, kadın ve aile konusunda daha spesifik çalışmalar yapacak STK’lara ihtiyacı var.