Gırtlaklarında ihanete batırılmış zehirli bir çengel… Hakikati bağıramıyorlar. Düşmana düşman demekten acizler. Bu, bir hamakat numunesi değil, bilakis sem yüklü bir şuurun çığlığı. Ve bin yıldır üzerimize titreyen ihtiyar nefrete taktıkları genç isim: “İthal mağduriyet.”
Evet, iktidara sesleniyorlar. Ve makarnacılara… Dijital dönemin analog işgal girişimlerinde, benzinci kuyruklarında fiyonk makarna bulmak için birbirini ezen postal burjuvası makarnacılar değil ama! Aynı zamanda çomar ve kömürcü olan makarnacılar…(!)
Çatal dillerinden düşürmüyorlar:
“Muhalif vatandaşları düşman ilan ettiğiniz yetmedi, şimdi de Avrupa’yı düşman bellettiniz!”
Türkiye’yi gölgelemeye çalışan faşizm oklarını; AK Partililer’in ithal mağduriyet peyda etme çabası olarak görüyorlar…
Vatandaş kavramına yaklaşımlarını çok iyi biliyoruz. 1800’lü yılların sonlarından beri malum… Avrupalılık ünsiyetlerine değinmeye kalksak, tasvir belli; iradesinin ırzına geçilmiş bir hezeyan, bir sayıklama hali… Şerefini kaybetmiş bir özlem…
Neyse ki siyasetin bakan ya da “baktırılan” tarafında değil; gören, telakki eden kısmındayız. Gülen teşkilatını da içinde barındıran global terör yapılanmasının Türkiye’nin sözde meclisindeki artıklarını, “sırf muhalif” diye ısrarla savunan gevşek kafalar umurumuzda değil. Siyasi etikten nasibini almamış edepsiz tayfanın işkembe kökenli yalanlarını dikkate almıyoruz. Avrupa bürokrasisinin bizim refahımızı düşüneceğine inanacak kadar idrak körü de değiliz.
Şunu netleştirelim önce: Bizdeki protez Avrupalılık trajedisi, Avrupalılık dininin Avrupalı olmayan perestişkârlarını memur ettiği bir lanettir. Yarım kalmış ve emelinde zirveyi görememiş bir cüretin hazin sonu…
Hak ediyorlar.
Hiçbir zaman gerçek Avrupalı olamayacaklar. Ve dahi kendi topraklarının organik mahsulü olma şerefine de erişemeyecekler. Çünkü tabiatları buna elvermiyor. Menfî bir mutasyonun ürünüler.
Bütünlüğümüzü parçalara ayıran zehri kusmamız icap ediyor. Temeli aidiyet olgusuna dayanmayan birlik beraberlik safsatalarına paydos! Haine özgürlük vermek ihaneti çağırmaktır. Vatan, bir pasaport ucuzluğunda olmamalı. Cemiyetimize ithal edilen bu şaklabanları ihraç etmekle yükümlüyüz. Bir betonarme gibi üzerimize yığdırılan demokrasi masalları buna engel olsa da vicdanımıza söz geçiremezler. En azından vicdanlarımızdan ihraç etmeliyiz bu pespayeliği. Mecburuz.
Milli birliğin formülü nitelikli kutuplaşmaktır, demiştim daha önce. Aynı tutumu dibine kadar savunuyorum. İçtimai şahsiyetimizi kemiren kılçıkları ayıklamadığımız müddetçe işimiz daha da zorlaşacak. En temel ve en kapsamlı anlamda hürriyetimize göz koyanların bizde görmek istediği tavır bu çünkü.
Türkiye’yi madde ve mânâ çizgisinde tepeden tırnağa bütünleştirecek çatlamaz bir vahdetin koruyucuları değil, aksine yakın geçmişteki gibi, iskeleden bağımsızlıklarımıza merdiven olacak bir hayalet köleliğin gönüllü birlikçileri olmamızı istiyorlar.
Kendi keyfî ölçütlerine uymayan bir topyekûnleşme hareketini kabul etmiyorlar. Zira bizim kılçık deyip ayıklamak istediklerimiz hâlihazırda onların en önemli besin kaynakları…
Yapmamız gerekeni yapalım…
Onları aç bırakalım!