Le Pen kazanacaktı, AB ülkelerinde faşistler palazlanacaktı, Fransa AB’den çıkacaktı ve faşizm salgını Avrupa’yı batıracaktı. Çok güzel olacaktı ama olmadı; Le Pen kaybetti, Macron kazandı ve Fransa için iyi, bizim için kötü oldu. Eskiden savaşlarda düşman ordusunu zayıflatmak, seyreltmek ve hareketlerini yavaşlatmak için askerlere salgın hastalık bulaştırırlarmış. Öyle her hastalık salgın hastalık olmaz ama bu işin savaş taktiği açısından olur şartları vardır. Mesele Osmanlı ordusuna cüzzam ya da veba yayamazsınız çünkü ordunun sefer sırasında beslenmesi ona göredir. Osmanlı ordusuna başka hastalıklar yaymalısınız. İngiliz ordusuna vebayı kolaylıkla yayabilirsiniz mesela ama İran ordusunu hedef alıyorsanız difteri yaymanız gerekiyor. Yani düşman ordusunun bünyesinin, beslenme ve hayat alışkanlıklarının yayacağınız hastalığa meyilli olması gerekiyor.
Şu anda AB barbarlığına karşı yürütülen savaşta karşı tarafın ordularını zayıflatıp düşürecek en uygun hastalık faşizm. Hastanın geçmiş hikâyesi, genetik mirasları ve bünyesi her açıdan bu hastalığa çok müsait. İşte bu yüzden Le Pen kazansaydı AB’de yayılmaya başlayan faşizm hastalığı bir üst evreye geçecekti ve kurumları da ele geçirip çözülme sürecini hızlandıracaktı, olmadı. Putin tam da bu yüzden Le Pen’i desteklemiş olabilir. Rus istihbaratına bağlı kiralık hacker’lar seçime iki gün kala dün kazanan Macron’un üzerine gitmiş maillerini yaymışlardı. Yine Fransa’daki iddialara göre Rusya’ya bağlı ajanlar Le Pen’e oy kazandırmak için faşistleri gaza getirecek provokasyonlar da yaptılar; ama nafile Le Pen %34’le, %66 alan Macron’a yenildi.
Macron, faşist değil mi? Le Pen türünde değil. Daha tehlikeli olanlarından çünkü felsefe biliyor yani bundan sonraki Fransa’nın nükleer bomba deneylerinde bombalar pembe renkli ve gülen suratlarla süslenmiş olacak. Le Pen gibi faşist değil ama daha derinden, daha keskin bir tehlikesi var ve üstelik bu tehlike sadece Müslümanlar için, Fransızlar ya da AB için hiçbir tehlikeli tarafı yok. AB için tehlikesiz olan dünyanın geleceği için tehlikelidir. Bizim işimize yaramaz; dengeci, AB’de kalmaktan yana ve kucaklayıcı bir politikası var ki bu da kan kaybetmeye başlayan AB için etkili bir pansuman olacaktır. Üstelik iş dünyası ve küresel sermayeyle pek bir sıkı fıkı olan Macron, iş kanunları yüzünden yabancı yatırımcı kaybeden Fransa için çok hızlı hamleler yapabilir. Hollande, yabancı yatırımcıları korkutan iş kanunlarında düzenleme yapmak istemişti; ama son bir yıldır gösterilerden başını alamıyordu.
Macron’un asıl tehlikesi, arkasındaki Cezayir göçmeni Fransız Yahudi’si Jacques Attali. Attali 2011 yılında Koç Holding’in bir toplantısına katılmış, “Avrupa için milli ekonomi, birliğin birlik olması gibi başlıklarla bir konuşma yapmıştı. Şimdilerde 74 yaşında olan Attali, önceki gün seçimleri kazanan Macron için; “Onu ben imal ettim, ben icat ettim” diyor. Doğru söylüyor; çünkü 2007 yılında Fransız gazetelerinde kendinden 25 yaş büyük olan tiyatro öğretmeniyle evlenmesinden başka hiçbir haber olmayan Macron’u alıp Fransa Ekonomik Büyüme Komisyonu’nda görev veren kendisiydi. Attali daha sonra Macron’u, yakın dostu ve dava arkadaşı Rotschild’in İş Bankası’na yerleştirdi. 4 yıl sonra 2011 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanan François Hollande’ın yanına “ekonomi danışmanı” olarak Attali tarafından yerleştirildi. 2012 yılında Hollande Cumhurbaşkanı olunca yine Attali’nin referansıyla Fransa Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı oldu. En son 2014 yılında Ekonomi ve Sanayi Bakanı olan Macron “Onu ben yaptım” diyen Attali sayesinde hiçbir seçime girmeden bakanlığa kadar yükseldi. Attali’nin “Kendi içinde hiçbir sivri ucu olmayan, keskin tarafları törpülenmiş ve giderek birbirine karışıp tek parça Avrupa” diye tarif edilen ki aslında tek tip haline gelmiş Avrupa anlamına gelen ütopyası için hiçbir lekesi hatta bir siyasi geçmişi bile olmayan Macron, Rotschild ve ortaklarının hayal ettiği “Büyük Birader Sistemi’nin” Fransa’da devreye soktukları soğuk bir deneyi aslında. Şimdi Avrupa’yı birleştirmek için, herkesi korkutmak ve korkularla kanalize ettikleri toplumlarda yeni nesil bir diktatörlük inşa etmek için bir düşmana ihtiyaçları var. Bu düşmanın “Müslümanlar” olduğunu artık herkes biliyor; ama temsilen hangi şahsı, hangi bayrağı hedef alacak ona bakacağız…