Türkiye 14 Mayıs 2023 tarihinde Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimlerine gidiyor.
Fakat bu seçimlerin Cumhuriyet tarihini de aşan bir önemi var.
Bundan tam 340 yıl önce 1683 yılında yaşanan II. Viyana kuşatması ve sonrasında yaşanan yenilgiler ve felaketler zinciri sonucunda milyonlarca metrekare toprağımızı ve milyonlarca insanımızı kaybettik.
Kurtuluş Savaşı ile milletimiz ve devletimiz bu gidişata bir dur diyerek Türk milletini tarihten silmek isteyenlere bir dur dedi.
1683-1923 arasındaki kanlı ve uzun mücadeleden harap bitap çıkan devletimiz ve toplumumuzun kendisini toparlaması 100 yıl aldı.
Cumhuriyet tarihinin en önemli kırılmalarından birisi de “Yeter söz milletindir” diyerek 14 Mayıs 1950’de DP’nin iktidara gelmesi oldu.
O günden bugüne Türkiye, tekrardan tarih sahnesine çıkmasını engelleyen içerideki ve dışarıdaki vesayet odaklarının tahakkümü ve önüne konulan takozlarla mücadele etti.
Darbeler, suikastlar, iç karışıklık ve terörle bu milletin potansiyelini kuvveden fille geçirmesi engellenmeye çalışıldı.
Ama bu yürüyüş yavaşlatılsa da durdurulamadı.
Bugün Türkiye Türk tarihi açısından tarihi bir seçimin şafağında.
21. yüzyıla TOGG ve Savunma sanayi ürünlerinin işaret ettiği gibi teknoloji üreten ve dış politikada iddiasını sürdüren bir devlet olarak mı gireceğiz yoksa Batı’nın çeperinde, Batı’nın pazar ve ucuz işgücü kaynağı olarak kullandığı ne akan ne kokan, Batılı şirketlerin montaj sanayisine talip bir ülke olarak mı gireceğiz?
Türkiye’de olan bitenleri günlük sorunların ötesinde makro perspektiften tarihimizi de göz önüne alarak değerlendirdiğinizde resim gayet açık ve net.
Dolayısıyla bu tarih ilerde Türk tarihinin önemli kırılma noktalarından biri olarak tarihe geçecek.
Seçmenin önünde iki tercih var, ya sadece günlük ekonomik sorunları dikkate alarak karar verecek ya da daha geniş perspektiften Türkiye’nin bekası, bağımsızlığı ve birliğini önceleyecek.
Muhalefetin beklentisi ekonomik sorunlar nedeniyle kendilerine yönelik büyük bir teveccüh olacağı ve Erdoğan’a olan desteğin eriyeceği yönündeydi.
Ama sahada görülen vatandaşın kendisini ekonomik saldırı ile terbiye etmek isteyen ve soğanla teslim almak isteyen zihniyete prim vermediğini bize gösteriyor.
Zira milletimiz derin ferasetiyle FETÖ, PKK ve darbe ile kendisini teslim alamayanların finansal saldırıları devreye aldığının farkında.
Burada ekonominin hiç önemli olmadığını, dar gelirli ve orta sınıf vatandaşların yaşadıkları sıkıntıların önemsiz olduğunu söylemiyorum.
Fakat bütün ekonomik sıkıntılara rağmen milletimiz şunun farkında son 10 yıldır Türkiye’ye yönelik ekonomik saldırıların tek hedefi var: Türkiye’nin bağımsızlaşmasını durdurmak.
Dolayısıyla diyeceğim şudur ki daha bağımsız, daha zengin, daha müreffeh, teknoloji üreten ve ihraç eden bir ülke olacaksak bu kavgayı önünde sonunda vermek zorundayız.
Bugün ödediğimiz bedel işte bu bedel, savunma sanayi şirketleriniz dünyada sadece Batılı devletlerin sahip olduğu kritik teknolojileri üretir ve tüm dünyaya ihraç edip oyunları bozarsa, kendi doğal gazınızı üretmeye başlarsanız, kendi yerli ve milli elektrikli aracınızı yaparsanız, nükleer enerji santrali üretmeye başlarsanız dünyaya tahakküm eden güçler üzerinize gelecektir.
Dış politikada Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki PKK devleti hayalini yerle bir ederseniz, Karabağ’da Türk milletinin kanayan yarası 30 yıllık işgale son verirseniz, Doğu Akdeniz’de anamızın ak sütü gibi helal hidrokarbon yataklarımıza çökmek isteyenlerin oyunlarını bozarsanız üzerinize geleceklerdir.
Yani kavga etmeden, mücadele etmeden, bedel ödemeden büyümenize müsaade etmezler. Aksi mümkün değil.
Bugün Türkiye’ye yurtdışından kredi getirip ithal malları ucuzlatacaklarını söyleyerek Türk milletinin oyuna talip olanların bize vadettiği Türkiye; Batı’nın pazarı olan, iddiasız, pasif, belli bir gelir düzeyini asla aşamayan ve hep borç batağı için de Batı’ya muhtaç olacak olan bir Türkiye.
Zoru seçersek kısa vadede sıkıntı yaşayacağız, ama sonrasında parlak bir gelecek bizi bekliyor.
Seçim senin Türkiye’m.