Avrupa’da başlayıp dünyanın çeşitli bölgelerine de yayılan 1939-1945 yılları arasında süren İkinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkan devletler tarafından kurulan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), son 10 yılda daimi üyeler arasında meydana gelen tenakuzlar yüzünden tarafların yuvarlak masa etrafında toplanıp zaman kaybettiği bir yer hâline geldi.

BMGK’nın tıkanmasının en büyük sebebi hiç şüphesiz Rusya ve Çin’in son yıllardan artan nüfuzudur. Bu döneme kadar konseyin diğer üyeleri, Rusya ve Çin’in pasif durumundan yararlanarak BMGK’da istedikleri gibi at koşturmuştu. Ancak bu iki ülkenin giderek küresel siyasette hegemonik güç hâline gelmesi BMGK içindeki çatışmaların da daha görünür hâle gelmesine sebep oldu.

ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in daimi üyesi olduğu BMGK, diğer 11 geçici üye ile birlikte 15 üyeden oluşuyor. BMGK’ya sunulan bir kararın kabul edilmesi ve bağlayıcı olabilmesi için herhangi bir daimi üyenin veto hakkı kullanmamasının yanı sıra, dokuz üyenin kararı desteklemesi gerekiyor. BMGK son yıllarda özellikle Rusya-ABD ve Çin-ABD arasında yaşanan görüş farklılıkları nedeniyle bu sayıya nadiren ulaşabildi.

Dün de yine bu zaman kaybının bir başka perdesi sahnelendi. ABD’nin 19 gündür İsrail tarafından Gazze’de sürdürülen katliamlara ilişkin katili değil kurbanı suçlayan karar tasarısı Rusya ve Çin’in veto hakkı kullanmasıyla reddedildi. Tasarı, Hamas’ın kınanmasını ve Gazze’de “insani gerekçelerle” gerilimin düşürülmesini ön görürken ateşkes talep etmiyordu. Buna karşılık önceki gün daimi olmayan üye Brezilya’nın sunduğu Gazze’de ateşkes ilan edilmesine ilişkin karar tasarısı bu kez ABD, İngiltere ve Fransa’nın veto hakkını kullanması nedeniyle reddedildi.

Tarafların çelişkisi ve siyasi çıkar

İsrail’in Gazze’ye başlattığı hedef gözetmeyen bombardımanların başından beri Rusya’nın bu konuda gösterdiği tutum dikkati çekiyor. Moskova yönetimi, ilk günden beri ABD’nin Hamas’ı kınama tasarılarının önünde dururken İsrail’in uluslararası kararlara saygı duymasını ve Filistin meselesinin iki devletli çözümünü vurgulayan bir tutum izledi.

Rusya, iki yıldır Ukrayna’da, sekiz yıldır doğrudan bir şekilde Suriye’de işgalci konumunda. Esed rejiminin 2013’teki Doğu Guta kimyasal katliamı başta olmak üzere onlarca katliamı ve ülkeyi yakıp yıkması nedeniyle bugüne kadar BMGK’ya getirilen 19 tasarı, Rusya tarafından veto edilerek etkisiz hâle getirilmişti. Bununla birlikte Suriye’ye ilişkin alınan 2254 ve 2118 sayılı BMGK kararları da Esed rejiminin sürekli olarak ayak diretmesi ve Rusya’nın da bunu desteklemesi nedeniyle uygulanmaktan bir hayli uzak.

Suriye’de 12 yıllık süreçte Esed rejimi ve Rusya’ya bağlı kuvvetlerin doğrudan saldırılarında yaklaşık 25 bin çocuk, 207 bin sivil yaşamını yitirdi. Bu rakamlar elbette sadece Suriye İnsan Hakları Ağı’nın (SNHR) tespit edebildiği resmî rakamlardır. Gerçek rakamın bundan çok daha büyük olduğunu söylemeye gerek yok. Bu tablo karşısında “resmî davet aldık” diyerek Suriye’deki işgal ve katliamlarını sürdüren Rusya’nın hiç şüphesiz Gazze’de ateşkes istemesinin gerekçesi insani olamaz. Moskova’nın bu tutumunun temel nedeni iki yıldır Ukrayna’da işlediği katliamların üzerinden dikkatleri dağıtmak ve Ukrayna’da yaşadığı zor günlerden bir çıkış yolu bulmak için ABD ve müttefiklerini oyalamaktan ibaret.

ABD’nin ise çelişkisi çok daha anlamsız ve zalimce. Zira yıllardır Suriye’de Esed rejiminin kontrolü altında olmayan sınır kapılarından insani yardım geçirilmesi için bile BMGK’dan izin istemek zorunda hisseden Washington yönetimi, Putin’in Ukrayna’daki işgali nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesinden (UCM) hakkında tutuklama kararı çıkarılması için BMGK’dan izin almayı beklemedi. Yine Washington yönetimi, İsrail’e sivilleri katledeceği Gazze’ye yönelik muhtemel bir kara harekâtı için askerî eğitim verirken ve Doğu Akdeniz’e uçak gemilerini demirlerken de BMGK’ya sormamıştı.

Tarafların BMGK’daki bu şovları ise aslında birbirlerine ithamlar yönelterek işledikleri savaş suçlarına meşruiyet kazandırma çabalarından başka bir şey değil. Ancak bunu yaparken ikinci dünya savaşının ardından “dünya güvenliğini sağlamak” gibi bir misyonu olduğu iddia edilen BMGK’nın halklar nezdindeki güvenini yerle bir ettiler. Bu öyle bir güvensizlik ki Türkiye dahil pek çok ülke de BMGK’ya işlevini yitirmiş bir zulüm mekanizması olarak bakıyor.

Dünya gerçekten beşten büyük mü?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, BMGK’nın bu durumuna en fazla dikkati çeken liderlerin başında geliyor. Erdoğan, “dünya beşten büyüktür” mottosuyla dünya halklarının kaderinin BMGK’daki beş daimi üyenin insafına terk edilmesine karşı çıkıyor. Dün de Gazze’deki mevcut duruma ilişkin yaptığı değerlendirmelerde yine bu mottoyu dillendiren Erdoğan’ın BMGK’nın bu hâliyle inandırıcılığını ve güvenilirliğini kaybetmesine dikkati çekmesi oldukça değerli bir tavır.

Peki gerçekten dünya beşten büyük mü? Elbette büyük ama maalesef beşten güçlü değil. Öncelikle söz konusu beş daimi üye, bu ayrıcalıklarını 50 milyon insanın öldüğü ve atom bombasının kullanıldığı kanlı bir dünya savaşı sonrası elde etti. Bu ülkeler, savaştan sonra da güçlerini geliştirerek hâlâ da bu çapta bir yıkımla dünyayı karşı karşıya bırakma potansiyeline sahip.

BMGK’nın beş daimi üyesi dünya nüfusunun yüzde 25’inden fazlasını oluşturuyor. Dünya ekonomisinin ise neredeyse yüzde 90’ı (çoğunluk ABD olmak üzere) bu ülkelerin elinde bulunuyor. İkinci dünya savaşında taraflar büyük hasarlar almış ve ekonomisi ayakta duran ülkeler savaşı kazanmıştı. BMGK da benzeri bir yıkımın önüne geçilmesi için galip devletlerin konsensüsüyle kurulmuş bir yapı. Dolayısıyla beş daimi üyenin bu büyük imtiyazdan öyle kolay kolay vazgeçmesini beklemek saflık olacaktır.

Buna rağmen bunu sağlamak imkansız da değil. Zira biz Âl-i İmran Suresi'nin 140’ıncı ayetine iman ediyoruz. Ne diyor peki bu ayet? “Eğer size bir kötülük dokunduysa, o kavme de (Mekkeli müşrikler) kötülük dokunmuştur. İşte biz sizden gerçekten iman edenleri bilelim ve sizden şahitler edinelim diye günleri böylece insanlar arasında döndürürüz.”

Çok değil, bundan 200 yıl kadar önce dünyada üstün güç, Müslümanlardı. Hiç şüphesiz 200 yıl genel dünya tarihi içinde bahse değer bir zaman dilimi bile değildir. Dolayısıyla “günleri insanlar arasında çevirmek” şeklindeki Sünnetullah mutlaka tecelli edecektir. Ancak bu tecellinin hızlanması bizim doğru bir şekilde çalışmamız ve doğru stratejiler takip etmemize bağlıdır. Bu doğruluğun ölçüsü de vahye uygunluktur. Velhasıl Erdoğan’ın 'dünya beşten büyüktür' söylemi hedefin belirlenmesi açısından oldukça değerlidir. Gerçekleşmesi ise imkânsız olmasa da zordur.