Yunanistan’ın 1923 tarihli Lozan ve 1947 tarihli Paris antlaşmalarının “adaların askerden ve silahtan arındırılması” hükmüne aykırı davranışlarda bulunarak Ege Adaları’nda askeri üsler tesis etmesi veya buralara askeri yığınaklar yapması, söz konusu antlaşmaların geçerliliğine halel getirmektedir.
Yunanistan Savunma Bakanlığı makamlarının yaptıkları açıklamalarda, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesine atıf yaparak, “tehdit altında bulunan bir ülkenin karalardan ve adalardan oluşan ülkesinin tamamını koruma hakkı olduğu” iddiasının, Ege Adaları için geçerli bir bahane olması mümkün değildir.
Zira söz konusu antlaşmalara göre Yunanistan, Ege Adaları’nda asayişi sağlamakla mükellef kolluk kuvvetleri dışında silahlı kuvvet bulundurma ve buralarda askeri tahkimat yapma hakkına sahip değildir.
Uluslararası hukuk nazarında Yunanistan, ilgili antlaşmaların önemli bir hükmünü esaslı bir şekilde ihlal etmektedir. Böyle bir durumda antlaşmaya taraf diğer devletlerin,yeni bir antlaşma oluşturma hatta antlaşmaları sona erdirme hakkı bulunmaktadır.
Bu noktada Türkiye’ye düşen sorumluluk, Viyana Sözleşmesi’nin bu konuyla ilgili hükümleri kapsamında Yunanistan’ın, antlaşmaları esaslı bir şekilde ihlal ettiğini tüm delil ve belgeleriyle Birleşmiş Milletlere sunarak, bu ihlallerin kayda geçirilmesini sağlamaktır.
Şurası çok açıktır ki Yunanistan, antlaşmaların yapılmasını etkileyen koşulları köklü bir değişikliğe uğratmak için çaba harcamaktadır. Nitekim Ege Adaları’nın “askerden arındırılmış ve silahsızlandırılmış olma” koşulu, antlaşmalarının yapılmasını sağlayan temel gerekçedir. Antlaşmaların adalarla ilişkili hükümlerinin taraflarca kabulünü sağlayan esas koşulun, “silahsızlandırma ve askerden arındırma” olduğu, maddelerin içeriğinden ve görüşme tutanaklarından rahatlıkla anlaşılabilmektedir.
Dolayısıyla bu gerekçenin ihlalinin veya ortadan kaldırılmasının, antlaşmaların hukuki ve meşru dayanağını ortadan kaldırma kudretine sahip olduğu, bizzat uluslararası hukuk tarafından açık bir şekilde belirtilmiştir.
Lozan ve Paris antlaşmalarına mugayir davranmanın yanında Yunanistan ayrıca, Türkiye sınırına yakın adaları silahlandırmak suretiyle Birleşmiş Milletler Şartı’nın 2. maddesinin 4. fıkrasında yer alan, “tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletlerin amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar” temel ilkesini de su-i istimal etmektedir.
Kaldı ki Yunanistan’ın kuvvet kullanma veya tehdidi eşliğinde Avrupa Birliği yoluyla Türkiye’ye karşı ekonomik ve politik baskı yapılması yönünde attığı adımlar da açık birer uluslararası hukuk ihlalidir. Zira bu konuda Avrupa Birliği’nin de taraf bir devlet gibi davrandığı, Türkiye’yi belli bir politika çizgisini benimsemeye yöneltmek için askeri, ekonomik ve politik baskı yaptığı açıkça görülmektedir. Avrupa Birliği’nin bu davranışı hem birliğin felsefesine hem de uluslararası hukukun ana prensiplerine uygun değildir.
Görüldüğü üzere Yunanistan ve Fransa’nın başını çektiği ülkeler Ankara’ya Doğu Akdeniz’de istedikleri adımları attırabilmek için kuvvet kullanma tehdidinden, politik veya ekonomik yaptırım uygulanmasına kadar geniş bir yelpazede Türkiye’ye baskı uygulamaktadır.
Türkiye’nin uluslararası hukuk ihlali niteliği taşıyan bu zorlayıcı tehditleri, uluslararası kurumların ve kamuoyunun gündemine taşıması, haklı mücadelesine uluslararası hukuka işlerlik kazandırarak devam etmesi son derece önemlidir.