Ey dost,

Sana son arzuhalime cevaben bir şey demedin. Sen bir şey demedikçe bendeki şüpheyi daha da derinleştirdin. Söyler misin, hikmeti nedir elime aldığım her kitabın ilk sayfalarında bitmesinin? Neden senaryosu ben de yazılıyor her filmin? Sebep ne, her soruya “makul” cevaplar bulması zihnimin?

Sanki her muhkem kalenin fatihi benmişim,  tüm şehirleri kuşatıp fethetmişim, en çok bilinmeyenli denklemleri ben bilmişim, tarihin tüm tozlu sayfalarını gezmişim, her ressamın resmini aslında ben çizmişim.

Niye, girdiğim münakaşalar ilk cümlede bitiveriyor? Muhatabım, kulaklarıma evvela son cümlesini deyiveriyor? Pazartesini cumadan, cumartesini pazardan ayıran bir karine bulamıyorum? Saatimi “kapıdan çıkış ve giriş” diye ikiye ayırıyor, lakin kapıdan girerken değil, çıkarken yoruluyorum.

Mesela, bin bir uğraşla yetiştirdiğim bahçemdeki güllerin kokularını ezberledim. Parmaklarım tek tek belirledi yerlerini dikenlerin. Artık kanama ihtimali bile yok ellerimin. Gözüme ilişen her goncada, hazan olmuş güller görüyor gözlerim.

Ey dost,

Nedense zihnim beni hiç yormuyor. Her sorunun cevabını yuvarlayarak veriyor. Savaşları çıkaran sebeplerin hepsini söylüyor. Sonuçlar üzerinden çıkacak yeni savaşları da biliyor. Haritanın doğusuyla batısı, aşağısıyla yukarısı birbirine giriyor.

Yönümü bulmak için yüzümü kıbleye her döndüğümde, “Hiç kaybolmamışım” hissi doğuyor içime. “Âmin” derken tövbelerime, duymuyorum kalbimde hiç bir şüphe. İtimadım tam dualarımın kabulüne. Zaten hep vakit sonlarında gidiyorum secdeye.

Mekanik bir saatin dakikliği rikkatindeyim sanki. Ama dönüp durduğum çerçevem belli. Bir bir uğrayıp tekrar tekrar geçiyorum hep aynı menzilleri, içimde gizli bir temenni: “Boşalsın artık saatin zembereği!”

Yarasaların uçuştuğu, örümcek ağlarıyla sarılı bir karanlık mağaradaymış da insanlık, fener benim ellerimde. Herkes kaybolmuş sanki ormanın derinliklerinde de, ben rehberlik ediyorum cümle âleme. En esaslı izahatları getiriyorum bütün komplo teorilerine.

Cennet ayetleri hep bana inmiş de, cehennem müjdelenmiş hep Ebu Cehillere.  Hayret ediyorum Hz. Âdem’in meyveyi yemesine, Hz. Nuh’un oğluna söz geçiremeyişine,  Hz. Lût’un eşinin ihanetine. Musa’nın (as) tokadına, Yusuf’un (as)  zindanda kalışına, Yakub’un (as) gözyaşlarına, Hz. Harun’un çekilen sakalına…

Ey dost,

Beni en iyi sen tanırsın. Bunca zamandır yakınımdasın. Bir şey yaz ki gönlüm ferahlasın. Ferahlasın ki kalbimin çeperleri çatlamasın.

Aziz dost,

Arzuhalinde bahsettiğin meseleleri hüzünle okudum. Mektubunda anlatmadıklarımdan anladığım kadarıyla, ya sana “yakîn” gelmiş ya da İblis semtine yerleşmiş. Bu mektubu kaleme almış olduğuna göre yakîn henüz bedenine ilişmemiş. Lakin “manevi yakîn” İblisle beraber olup kapına omuz vermiş.

Sana âcizane tavsiyem, sakın kapıyı açma. Sonra kitabını tekrar al ve okumaya Eliften başla. Eûzu besmele çekmeyi de unutma!