Dil öğrenmede diğer bir önemli nokta da diller arasındaki akrabalıkları ve ortak kelime hazinesini iyi değerlendirmektir. Mesela Türkçenin lehçe ve şivelerini öğrenmek isteyenler için aynı gramer üzerinde ilerlemek işlerini kolaylaştıracak bir başlangıç sağlar. Bunun yanında, zamanla değişmiş ya da fonetikleri biraz farklılaşmış olsa da bir anda binlerce kelime ortaklığıyla işe başlamak iyi başlangıç zeminidir.

Türkçe konuşan birisinin Azerbaycan ve Türkmen şiveleri veya Özbek, Uygur, Tatar gibi Türki lehçeleri öğrenmesi birkaç aylık çalışma ve dikkat meselesidir. Çünkü kelime hazinesi %60 ile %90 arasında ortak olduğu gibi özne, tümleç, yüklem dizimi, bağlaçlar, sayılar, zamirler ve genel gramer bilgisi birbiriyle bütünü ile aynıdır.

Bu noktada ülkemizdeki hayret uyandırıcı bir komplekse dikkat çekmek istiyorum: Portekiz, İspanyol, İtalyan ve hatta Romen dilleri neredeyse birbirinin lehçeleri sayılabilecek kadar kelime ortaklığına sahiptirler. Batı ülkelerinde bir kişi, özgeçmişinde bu dilleri veya Farsça yanında onun bir şivesi derecesinde olan Darice’yi; Türkçe yanındaysa Uygur veya Özbek Türkçesini rahatlıkla yazabilir, Hiç kimse, bu diller birbirine benzediği için bunu farklı yorumlayıp küçümsemez, tam aksine takdir edilir. Batı ülkelerinde bu dillerden birisini mesela Çince, Japonca, Türkçe, Arapça, Farsça öğrenmek bir ayrıcalık olarak bütün akademik ve ticari ortamlarda takdir görür. Bizde ise Doğu ülkelerinden şive ve lehçeleri bir kenara bırakın, Doğu ülkelerinden farklı dilleri bilmek bile nedense küçümsenir. Hâlbuki zamanı ve yeri geldiğinde bütün diller aynı derecede öneme sahip olur.

Gramer olarak birbirine yakın diller kolaylıkla öğrenilebilir. Bunu birkaç örnekle açıklarsak: Bir Türk’ün sondan eklemeli diller olarak Fince, Macarca ve Japoncayı öğrenmesi Avrupa dillerini öğrenmesine göre daha kolaydır. Hint-Avrupa dillerinden birini konuşan bir kişinin mesela İngilizce, Fransızca, Hintçe, Farsça, Darice, Osetçe gibi dillerden birini öğrenmesi oldukça kolaydır. Fakat bu noktada sadece gramer benzerliğinin yeterli olmadığını söylemek gerekir. Bir Türk’ün ortak kelime hazinesinin çokluğu dolayısıyla Hint-Avrupa grubundan olsa bile Urduca veya Farsça’yı öğrenmesi aynı dil grubundan olmasına rağmen Fince veya Japoncayı öğrenmesinden daha kolaydır. Çünkü artık Fince ve Macarca ile ortak kelime hazinesi yok denecek kadar azdır. Hâlbuki Türk edebiyatına aşina olanlar için, Urduca veya Farsça öğrenirken binlerce ortak kelime avantajıyla işe başlanmış olur.

Batı dillerinden birisini öğrenirken de birçok Batı dilinden gelen ve ortak olan teknoloji terimleri başlangıçta az çok kolaylık sağlayabiliyor. Türkçe’nin en az 200 yıldır özellikle Fransızca ve son çeyrek asırdır da İngilizce üzerinden aldığı çok sayıda kelime var. Bu kelimeler, bu dillerin öğrenilmesi sırasında sıkça kullanılırsa öğrenme hızını artıracaktır.

Bütün bunlardan bahsederken insanın öncelikle ülkenin resmi dilini iyi kullanıyor olması gerektiğini düşünüyorum. Bir kişinin en güçlü olabileceği dil, hiç şüphesiz eğitim aldığı ve sonradan kitaplar, filmler ve edebi ürünler ile dilini zenginleştirdiği “lisan” olur. Bir kişinin düşündüğü, rüya gördüğü, şiir yazdığı ve dua ettiği dil, artık onun doğrudan doğruya kendi dilidir ve ana diline hâkim olmayan hiç kimse, ikinci bir dili öğrenirken avantajlı durumda değildir.

Çocuklarınıza öncelikle Türkçeyi öğretmenizi ve onun yanında diğer dilleri dinletmenizi öneriyorum. Daha önce de ifade ettiğim gibi çocuklar için doğru tekniklerle ve dinleyerek 5-6 dili yan yana öğrenilebilir. Çocukların Türkçedeki eski ve yeni ayrımı yapmaksızın öğrenecekleri kelime sayısı, dil yeterlilikleri ve muhakemelerini artıracak en önemli araçtır. Wittgenstein’ın, Tractatus adlı eserinde ifade ettiği gibi “’Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” veya “sınırlarını çizer” dünyayı anlamlandırabilmemizi haklı olarak dilimizin sınırlarına bağlar. Çünkü Orhan Veli’nin dediği duyguları anlatmada bir şair için bile “kelimelerin kifayetsiz” kaldığı yerler vardır. Çünkü kelimeler duygu ve düşüncelere giydirilen gömleklerle dış dünyaya çıkarlar. Gömleksiz kaldıklarında içeride duygu ve temenni olarak kalırlar.

Dil bahsi zevkli ve uzun bir konudur. Başka bağlamlarda yeniden bu önemli konuya döneceğiz. Şimdilik burada keselim…

Yabancı dil öğrenimi problemi: Doğrular ve yanlışlar (II)