Başlamak tamamlamanın yarısıdır derler… Bir de dert insanı söyletir derler ya hani, varsa derdiniz ya usul usul, usulünce söylenirsiniz ya da çığlık çığlığa susarsınız bazen… İşte aynen öyle de, söylemek ne ise yazmak da bir ihtiyaç, hatta bir zarurete dönüverir bazen…

Söylerken, yazarken birilerinin hatırı için değil, Hakk`ın, hakkaniyetin ve adaletin hatırı için sözü söylemek gerekir. Halkın önüne düşme cesaretinde olanlar, eğer hala kalmış ise bilgeler, aydınlar, yazarlar, topluma rehberlik yapma ve yön verme gibi cüretkâr bir işe de soyunmuş olurlar.

Günlük hayatımızın gündelik kaygı ve telaşesi içerisine düşmeden, ‘temel ilkeler’ üzerinden düşünerek bugünü ve geleceği sorgulamak, eleştirmek, olana katkı sağlamak ve mevcudu yeniden tasarlamak gerekmez mi?

Onun için namuslu kalemler cesaretlerini, peşinde ömür tüketmeye en layık olan `hakikat arayışının` peşinde koşmak ve diğerlerinin görmekte zorlandığı hayatın karanlıkta kalan kısımlarını aydınlatmak veya ince ayrıntılı taraflarını şerh etmek yükümlülüğü içerisindedirler.

Yine başlarken Mevlana’nın dediği gibi:

“Her gün bir yere konmak ne güzel.

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.

Dünle beraber gitti cancağızım,

Ne kadar söz varsa düne ait.

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…”

Zihnimizi ve zihinleri bulandırmadan, lafı da insanları da dolandırmadan bildiğimiz konularda birlikte daldan dala konacağız. Ama bilmediğimiz konularda haddimizi aşmadan, bilgelik arayışımıza, ‘bilgiçlik taslamadan’ hep birlikte devam edeceğiz.

Kendisine ve coğrafyasına dair kompleksleri olmayanların, henüz gün yüzü görmemiş söyleyecekleri çok söz vardır mutlaka… “Yeni şeyleri” de söyleyeceğiz… Kitabın bazen kenarından, bazen “kitabın tam da ortasından”…

Bu köşeden hukuk, kamu yönetimi, idare, uluslararası ilişkiler, diplomasi, dilbilim, tarih, sosyoloji, sanat ve kültürle ilgili farklı dallara konacağız, kalkacağız hep birlikte. İkliminden daha sıcak bir gündeme sahip olan ülkemizde, günlük olarak değişen gündemin içinde gerçekçi ve ülkenin geleceğiyle ilgili gündemi sun`i gündemden ayırarak sunacağız. Bu yüksek hararetteki gündemde bir de  ‘sıcak patatesi’ okuyucunun kucağına atmak yerine, olaylara farklı bir perspektifle `ezber dışı` bakmaya ve farklı yönlerini de hep birlikte görmeye çalışacağız.

‘Anayasa’ diyeceğiz, ‘Devlet’ diyeceğiz, ‘millet’ diyeceğiz, sınırlarımız dışındaki kardeşlerimiz diyeceğiz, İslam coğrafyası diyeceğiz… Ülkemizde olan biteni ise önce kendi insanımızın menfaatlerini ilkelerimiz çerçevesinde gözeterek ülke ve sosyal meselelere eğilecek, üzülecek, kızacak, eleştirecek ama kuru bir sorumsuz eleştiri ve hissiyatla değil, her zaman çözüm önerileri sunmaya çalışarak yolumuza devam edeceğiz. Kaşgar’dan Fas’a, Bosna’dan Malezya’ya kadar bütün bir coğrafyanın dertlerini dert edinirken birlikte derman bulmaya çözüm önerileri sunmaya gayret edeceğiz.

Ama insan ve insanlık da diyeceğiz, mehtabı, yıldızları, denizi, dağları, kuşları, çiçekleri ıskalamadan. Kariyerist, ruhsuz ve ihtiras küpü makineler olmak üzere değil,  hayatın insana dokunan her yanını, acıyı, ümidi, sevgiyi, sevdayı, merhameti es geçmeden, hisseden varlıklar olmak üzere yaratıldığımızı unutmayarak…

Bugün başlıyoruz ve bir gün her şey gibi yazmanın da sona ereceği şuurunu peşinen kabullenerek yazılarımıza bir giriş/girizgâh yapmış oluyoruz. Uzun bir yürüyüş hedefliyoruz. Yürüyüşün ne kadar süreceği sizin adımlarınıza ve soluklarınıza bağlı olacak daha çok…

“Fonda Bismillah” deyip demir atana kadar, “Vira Bismillah” diyerek bu yolculuğumuza birlikte başlıyoruz, aynen yeni sahillerden uzaklara açılan demir yürekli leventlerin yaptığı gibi…