Her ne kadar farklı ahlâkî normlardan beslenseler de bütün insanların içinde bir “mahkeme”vardır. Bir davranışı gerçekleştireceğimiz zaman bizi uyaran ya da yaptıklarımız konusunda bizi yargılayan bu mahkemenin adı “vicdan”dır.

Edward Young “Allah’ın tatlı fısıltısı.” olarak değerlendiriyor, vicdanı. Hz. Ömer de “Kötü bir işin en gizli şahidi vicdanımızdır.” diyerek ona farklı bir zamandan, tarihten ve coğrafyadan sesleniyor… 

Soru şu: “Peki, ne oldu da bu ‘vicdan mahkemesi’ artık, birçok insanımızın yanlış verdiği kararlarında, hakkı olmayana talip olmasında ve bir cana kastetmeye götüren kin ve nefretini yenmesinde işleyemez hale geldi?” Oysa birçok akıl sahibi için en büyük ceza “vicdan azabı”dır. İşte bu vesileyle şunu ifade etmek gerekir: En caydırıcı ceza sistemimiz ciddi anlamda yara almıştır.

Son dönemlerde iyice artan -özellikle çocuk, genç ve kadın- cinayetlerin, tanımı zor bir canilikle işlenmesinin aslında her birimize, “Hangi vicdan?” sorusunu “haykırarak” sordurması lazım gelir; elbette inançlar ve genel ahlak kurallarına aykırı her türlü gayrimeşruluk karşısında da…

Şu soruyu, her türlü gayrimeşruluğa karşı seslendirdiğimizi varsayalım; “Senin vicdanın yok muydu, hiç mi sızlamadı?” diye. O zaman da şu soru hemen akla gelebilir; “Neden sızlasın ki?” Çünkü sizin vicdanınızı besleyen değerler bütünüyle onun ki aynı değil ki. O çoktan “meşru”laştırdığı bir gayrimeşru hal üzeredir. Zira hiçbir insan “meşru” görmediği bir şeyi sağlıklı bir ruh haliyle devam ettiremez. “Herkes inandığını görür.” sözü bu noktada çok anlamlıdır.

İşin endişe veren yanı da buradadır zaten. Yapılan canilik ya da yolsuzluk onun gözüne, bizde olduğu gibi bir yansıma oluşturmuyor. İşte bu sebeple maalesef, sızlamayan ve yaptığını normal olarak algılayan vicdana seslenmenin de hiçbir yankısı olamıyor.

Cemal Kafadar’ın, “Gerçek her zaman ‘ortayı bulmak’ değildir.” sözünden mülhem, “meşru her zaman ahlâkî değildir” demek yanlış olmayacaktır; zira kime göre neye göre meşrudur… Yaşanan kültürel aşınmalar ve kaybedilen kolektif inanç ve ahlâkî değerler sebebiyle, yaşadığımız olayların birçok çeşidinin yanına, bazen kan donduranlar da ekleniyor; eklenirken de hâlâ yüreklerinde insânî yargılar barındıranların içini acıtıyor; ama ne yazık ki bazılarının umurunda bile olamıyor.

Yargıya intikal edebilenler elbette gereken cezayı alıyorlar/almalılar; bazı kararlar içimize sinmese de… Fakat kalıcı çözüm için ve kirli pazarlıkların ürünü sinsi gayrimeşrulukların müsebbiplerini, bizim baktığımız pencereden bakmaya ikna edebilir miyiz? Yüreklerinin bizim gibi sızlamasına zemin hazırlayabilir miyiz?

Verildiği dönemlerde de tartışılan “af” kararlarıyla serbest kalanlardan bazılarının yaptıkları, endişeli olmamız gerektiğini ortaya koydu. Bu noktada birilerinin “idam” hükmünü düşünürken, “Bu bir demokrasi ayıbıdır.” demesi şu soruyu sorma hakkını veriyor; “En ileri demokrasiler, insanının güvenliğini de en üst seviyede koruyanlar değil midir?” Çünkü sosyolojide ve psikolojide güvenlik ihtiyacı insanın en temel ikinci ihtiyacıdır. Ateşin acısı düştüğü yerde aranır; tıpkı inancımızın işaret ettiği gibi. Kılı kırk yaracak bir adalet bize uzak olamaz.

Elbette bir insanın “yaşam hakkı” en kutsal hakkıdır. Fakat bu kutsallık birilerinin gözünde yitip gitmişse onlara “dur” demek de bir devletin diğer vatandaşlarına karşı olan sorumluluğudur. Bu günlerde en çok da uluslararası hukukta bu “en kutsal hak”a saygıya ciddi bir ihtiyaç vardır.

Devletlerin temel varoluş felsefesi insanların güvenlik ihtiyacı üzerine kuruludur. Dolayısıyla hiçbir hukuk devleti vatandaşını bir caninin, “sızlamayan yürek mahkemesine” terk edemez, etmez…

En olmaza bile “meşru” diyerek vicdan bariyerini aşanları engellemek, bu vesileyle adaleti tesis etmek, hakkını vererek, saf ve candan çabalayan her insanın onurunu, daha doğrusu insanlığın onurunu ayakta tutmaktır… 

Ayrıca sadece ahlaki sınırlarını korumak istediği için hakkına razı olanın, sınırları aşmayı göze almış ve hakkı olmayanla zengin-leşmiş biri tarafından horlanmasının da önüne geçilmiş olacaktır.

Duymayanın duymasına, hissetmeyenin hissetmesine yardımcı olmak da bir kulluk görevidir inancındayım…