Bütün düşündüklerimi, hayal ettiklerimi, yapmak istediklerimi, yanlış gördüklerimi, hak verenleri, hak verdiklerimi, ölenleri, ölemeyenleri, dirileri ağlatıp ölüleri dahi ağlatmaya öte âleme gitti dediklerimi, bu dünyayı terk eyledi diye senelerdir gözyaşı döktüklerimi, gönlüme gömdüklerimi ve gönlümden söktüklerimi, hepsini… Hepsini anlatabilirim sanmıştım kelimelerle. Takatim yeter, gücüm el verir, canım rıza gösterir sanmıştım. Ah ki ne gafilim, ne kadar cahilim! Yanılmışım. Oysa ben ne de çok isterdim mutlu mesrur cümleler yazmak, ağlayan kelimelerin gözlerine tebessüm asmak… Ah ne çok isterdim. Ah ben… Ah ki ben… Ben güçsüzüm, çok güçsüz, takatsizim Allah’ım…
İnsanlar sığınılacak bir liman diye yanaştı bunlara. Yani denizin orta yerinde bir başkasını bulamadıklarından belki de yılana sarılmaya mecbur oldular. Şeytan melek göründü gözlerine. Zira dinsiz yaşanmaz, hele ki biz gibiler için din, iman, itikat su gibi, nefes gibi hatta damardaki kan gibidir. Olmazsa yaşayamayız. Şunu kendimize itiraf etmeli ve açık açık söylemeliyiz ki bizde de hata var. Meydanı boş bıraktık. Bu ülkenin bu memleketin yetişmiş, inançlı ve ülkesine, milletine, vatanına, ecdadına bağlı din adamları elbet ki var. Şimdi esas iş bu adamlara düştü. Vatan sevgisinin imandan olduğunu ve dolayısıyla vatana ihanet edenin imanına da, dinine de ihanet ettiğini anlatmalı şimdi biraz da olsa biliyorum diyen herkes.
Kekeme bir âdemin terennüm ettiği bir türkü şimdi kulaklarını pare pare etti insanların. Ne olduğunu dahi anlayamadıkları sözlere ne kadar da gönülden sevdalandılar. Afyon yutmuş gibi, çıldırmış gibi… Ne kadar da büyük aşk ettiler ve ediyorlar “batı”nın var ettiği dişleri dökük, ahmak ve kendini onlara peşkeş çekmiş bilmem kaç yüzlü adama. Evvel bahiste yok (hâşâ) deyip, can boğazlarındayken “Allah” diyorlar. Duruma göre ondan duruma göre bundan oluyorlar… “Müslüman gibi görünmeseniz de olur” diyorlar, gizlenin, sırlanın, takiye yapın diye bas bas bağırıyorlar. Senelerdir dine ve Müslümana uygulanan katı, pis ve düşmanca baskıya karşı mücadele edenlere, başındaki örtü için yerlerde sürünen, imam hatip davası için sokaklara dökülenlere bugün böyle olmasa da olur deyip inandırıyorlar. Oysa parmaklarla sayılacak şu kadar günde ne kadar da ölüm var. Ne kadar fazla ölüm duydu kulaklarım, dudaklarım ne kadar fazla Fatiha okudu bu âlemden gidenlere. Ne kadar da yanmış yürek kokusu sindi genzime. Ne çok ananın feryadını işittim. Ne çok babanın acısı utandırdı bulutları. Ne de çok ateş düştü ocağında bir parça kav olmayanların hanelerine. Ah âdemoğlu Kabil’den beri aldığın ders yetmedi mi sana? “Dünya” dedin kardeşini öldürdün, şeytanı dahi parmağında döndürdün. Gökten kızıl yağmur mu indireceksin, fezada güneşi mi söndüreceksin, kıyameti erken mi getireceksin? Bu kadar acıya sen sebepsin, bilmiyor musun?
Daha neyin davasını güdeceksin? Dava dediğin de birkaç kelimeden ibaret değil mi ister sadırda olsun ister satırda. Yer dahi beşik gibi sallarken seni koynunda, uyutmak için değil ki ayıl da kendine gel diye dürtüyor. Toprak dahi senin ayıbını örtüyor. Şimdilerde hıfzettiğin bir cahiller amentüsü. Sana illa akıl diyor. Sen yalnızca aklınla bildiğini var sanıyorsun. Ya kalbin? Aklından olana mecnun derler, düşün! Lakin kalbinden olana ölü… Vazgeç artık, bırak Allah aşkına, avdet eyle bu belaya düşürmekten canını. İnsansın, kalbin var, ölüm var… Şerefsiz, vatansız, namussuz yaşamaktansa şerefli bir ölüm var. En azından bazıları için…
Şimdi ben bir ananın tankın altında kalmış evladı için feryadı ile inlerken bir diğer ananın şehit düşmüş oğluna söylediği ağıtı dinliyorum… Ah hain adam! Göğü bile yakarken o anaların feryadı sen nasıl nefes alacak ve nasıl yaşayacaksın? Hem bunca insanın, bunca ananın, babanın ahına acımayan sen de bir ananın evladısın… Ama…
Neyse…