Evet, tam olarak soru buydu… Bundan yaklaşık dört yıl önce Beşiktaş’ın Senegalli Müslüman futbolcusu Dembaba bir röportajında ‘’İstanbul’da beni en çok şaşırtan olay, bu kadar fazla insanın olduğu yerde, namaz vakitlerinde, çok az kişinin camilere gitmesi olmuştu’’ demiş ve ardından sormuştu; Türkler neden camiye gitmiyorlar…?

Evet, Dembaba’nın tespiti çok doğru idi… Lafın düzünü konuşmamız gerekirse, evet günde beş defa çağrıldığımız o ilahi davete gitmiyoruz. Küffarı imana, inananları da camiye, birlik ve beraberliğe davet eden o güzelim ezan sesine maalesef kayıtsız kalıyoruz. Günde beş defa minarelerimizden yükselen, o ‘’Allah büyüktür. Allahtan başka ilah yoktur. Muhammed onun resulüdür. Haydin kurtuluşa, haydin felaha…’’ diye davet edildiğimiz ilahi davete sağır kalıyor ve ona icap etmiyoruz…

Evet gitmiyoruz, çünkü çok daha önemli işlerimiz(!) var bizim… Ezan-ı Muhammediyeyi duyuyor lakin camiye gitmiyoruz.! Ve bundan da zinhar rahatsız olmuyoruz. Yıkmışız ihaleyi üç beş ihtiyar ile imam efendinin üzerine biz keyfimize, işimizin bittiğine bakıyoruz. Doğduğumuzda kulağımıza okunan o kutsal çağrıya, ezana kayıtsız kalıyoruz. Bazen biliyor musunuz, okunduğunun farkına bile varmıyoruz. Dedim ya çok önemli işlerimiz var bizim.! Günde beş kez Allah’ın evine davet ediliyoruz, lakin biz ısrarla camiye gitmiyoruz…

Sesli düşünüyorum… Acaba çevremizdeki insanların sürekli camiye gittiğimiz için bizi fişlemesinden ya da dışlamasından mı çekiniyoruz? Ya da ibadetin gizlisi makbulmüş.! deyip kendimizi kandırarak bulunduğumuz yere kamufle mi oluyoruz. Sanki ‘’icat çıkarma birader daha bizim için erken, ölümü bekleyen emekliler gibi öyle her vakit camiye mi gidilirmiş..!’’ diyenlere mi kulak asıyoruz. Yoksa camide hocalar namazı bizim gibi hızlı kılmıyorlar da yavaş mı kıldırıyorlar ne dersiniz?  Ya da İşi aksatırsak, patron duyarsa, çok fena olur şu ekonomik krizde Allah göstermesin birde işsiz mişsiz kalırız diye mi düşünüyoruz… Bence bunların hepsi bahane, eriniyor ihmal ediyoruz. Terk ettiğimiz o güzelim alışkanlığımıza, geleneğimize tekrar dönmek istemiyoruz… Bizi bölenlerin, yalnızlaştıranların ekmeğine yağ sürüyoruz.

Evet, kıymetli dostlar; Kabul edelim ki hocalarımızı yalnız, camilerimizi öksüz bırakıyoruz. İnanın beş vakit namazlarını düzenli kılanların sadece yarısı camilere gitse, ne bu camilerin sayısı yeter, nede camilerde ayak basacak yer kalır. Gerçekten bu durum hiç yakışıklı durmuyor ve bize hiç yakışmıyor. Minarelerimizden yankılanan Allahu ekber, Lâilahe İllâllah sesleri hep sahipsiz kalıyor. Ve o devasa camiler maalesef iki elin parmaklarını geçmeyen, emeklilerin buluşma mekânlarına dönüşüyor… Yoksa yine algı imparatorlarının tuzağına düşüp ‘’Sakalı yaşlanınca, camiye emekli olunca, Hacca çocukları everince gideceksin’’ algısına mı yenik düştük… Ne dersiniz?

Okunan ezanlara kulak verelim ve ezanın davetine icabet edelim. Unutmayalım ki cami ve mescidlerin dinimizde özel bir yeri, kültürümüzde farklı bir konumu vardır. Camiler yıllar boyunca sadece namaz kılmak için toplanılıp dağınılan bir yer olarak değil, aynı zamanda ilk İslâm devletlerinin karargâhı, en önemli kararların alındığı ve istişarelerin yapıldığı yerlerdir. Yine öte taraftan insanların bir araya geldiği,  kaynaştığı, hasbıhallerin yapıldığı, Müslümanların üzüntülerinin ve sevinçlerinin paylaşıldığı mekânlar olarak kullanılmıştır.

Çevremize baktığımızda gayet güzel ve çok sayıda camiler yapılmaktadır ama maalesef içleri boştur. Cami yapmak güzel bir faaliyettir amma, camiyi doldurmak daha da önemlidir. Cemaat, camilerin olmazsa olmazıdır. Cemaatsiz cami çocuksuz bir eve benzer. Cami ve mescitlerin yüzleri cemaatle güler. Cemaat ile namaz kılmanın sevabı çok daha fazladır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Cemaatle namaz kılmanın faziletinin tek başına namaz kılmaktan 27 kat daha fazla olduğunu’’ bizlere önemle bildirmiştir. Efendimizin, cemaatla namaz kılmanın önemini ve derecesinin yüksekliğini belirten çok sayıda sözünü bilmemize rağmen, camilerimizi öksüz, yetim ve garip bırakmak bizlere yakışmaz.

Camiler ibadetin, dostluğun, paylaşmanın, birlik ve beraberliğin mekânlarıdır. Camilerimizin tarihte yüklendikleri misyonlara tekrar kavuşmaları için, camileri hızla hayatımızın merkezine taşımamız gerekmektedir. Camileri yaşlısıyla genciyle dolup taşan, toplumun her kesiminin ihtiyaçlarına hizmet veren, canlı ve yaşayan yerler haline getirmeliyiz.

Bakın Batıya… Dini, hayatlarından tamamen çıkaran ve seküler bir yaşam tarzını benimseyen batı, hızla batıyor. Hollanda’da düzenli olarak kiliseye devam edenlerin sayısı son elli yılda büyük bir hızla azaldı. Buna bağlı olarak boş kaldığı için satışa çıkarılan kiliselerin sayısı da hızla artmaya başladı. Gelecek on yıl içinde bine yakın kilisenin benzeri bir kaderi yaşaması bekleniyor. Bu arada sadece Katoliklere ait olan kiliseler değil, Protestanların devam ettiği kiliseler de teker teker kapılarına kilit vurmaya başladı. Cemaati kalmayan kiliselerin bir kısmı gastronomi sektörü tarafından bar ya da restorana çevrilirken, diğer bir bölümü de ev, iş yeri veya kapalı oyun alanına dönüştürülüyorlar…

Ez cümle demem o ki dostlar; Eyvallah Ayasofya açılsın açılmasına da, lakin önce Ayasofya’nın etrafındaki ecdat yadigârı camilerden başlayarak tüm camilerimizi çoluk çocuk bir dolduralım, sonra Ayasofya’nın kapısına dikilip sığmıyoruz artık buralara deyip orayı da açtıralım…

Allah’a emanet..