AK Parti Yurtdışı Seçim Koordinasyon Merkezi’nin davetlisi olarak kısa bir süreliğine Almanya (Düsseldorf, Köln, Freiburg ve Stuttgart) ve Fransa’da (Strazburg) idim. Doğrusunu söylemek gerekirse bugüne kadar yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız ile bu kadar içeriden bir temas kurabilmiş değildim. Daha yüzeysel, belki biraz turistik, döner dükkanı mesabesinde ve daha ziyade tekil olarak kurduğum bu ilişki biçimi yerine AK Parti’nin daveti ile daha derin bir tahlil imkanı bulmuş oldum.

Biz Türkiye’den yurtdışına özellikle de Avrupa’ya bakan insanlar bazı klişeler ile orada bulunanları tanımlıyoruz. Gurbetçi, işçi, vatan hasreti şeklinde özetlenebilecek bu tanımlama biçiminin aslında hiç de gerçeği yansıtmadığını gördüğümü öncelikle söylemeliyim.

Yurtdışındaki vatandaşlarımızın bugün dördüncü neslinden bahsediyoruz. Dün zorluklar içerisinde tren istasyonlarına indiklerinde kendilerine verilen adreslerde ağır işlere sürülenlerin bugün işveren olduğu günlere gelmiş durumdayız. Bürokrasinin çeşitli safhalarında yer alıp yeni göçmenlere dair kararlar alma safhasındalar artık. Siyaset yapıyorlar mesela, Bundesliga’da futbol oynuyorlar, yüzlerce yıllık köklü üniversitelerde gençlerle temas kurup geleceğe dair entelektüel üretimde bulunuyorlar.

Eh bize, anavatanda yaşayanlara biraz garip gelecek ama ‘ben nerede yaşıyorsam orası benimdir’ anlayışı ile oraları vatan belleyenler var içlerinde. Oraya yerleşmiş, çifte vatandaşlık imkanından yararlanmış, bulunduğu ülkenin pasaportunu taşıyan, şehrin ana caddelerinde, ara sokaklarında esnaflık yapan, camisini bina etmiş, Kur’an kurslarını açmış durumdalar.

Gittiğimiz her yerde ister AK Parti’ye oy vermiş olsun ister CHP’li, ister MHP’li olsun, ister şu fraksiyondan ister bu fraksiyondan olsun hemen herkesin ifade ettiği şey şu şekilde özetlenebilir: 2002 sonrası başımız yerden kalktı, özgüven sahibi olduk, artık hesaba katılıyoruz, buralarda önümüzü açan, yanımızda yürüyen ve arkamızda duran bir devletimiz var.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 2002 sonrasında yurtdışında yaşayan vatandaşları ile ilgili olarak anlayış değişikliğine gittiği bir gerçek. Eski lacivert pasaportlardaki pasaportun kendisini pasaportun sahibinden, pasaporta işletilecek dövizi pasaportu taşıyandan daha çok önemseyen cümleler yerine yeni bordo pasaporttaki doğrudan pasaportun sahibi olan vatandaşının itibarını önceleyen cümlelerden tutun da, onlara önce seçme sonra da parlamentoda temsil imkanını sunmaya kadar birçok alanda farklılaşma söz konusu. Önceleri konsoloslukların kapısından geçmeye çekineler şimdi kahvehanelerine gelip kendileri ile çay yudumlayan konsoloslara tanıklık ediyorlar. Başbakanlarıyla, cumhurbaşkanlarıyla buluşuyorlar. Sorunlarını doğrudan iletip sorunlarına üretilen çözümleri birinci ağızdan duyuyorlar. Bunlar az şeyler değil elbette.

Diaspora denince aklımıza Ermenilerin geldiği bir dünyadayız. Evet bu doğru. Ama benim kanaatimce artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de diasporası doğuyor. Tekil gurbetçiden hep birlikte bir diasporaya geçiş. İşin burası çok önemli.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Strazburg’da dile getirdiği hususlar bu doğuşun dizayn edildiğini göstermesi açısından çok ama çok önemliydi. Hem anadillerini hem de bulundukları ülkenin konuşulan dil ve dilleri iyi öğrenmelerine yönelik çağrı, çifte vatandaşlığın önemine vurgu yapılarak çift pasaportlu olmaya davet ve Türkiye söz konusu olduğunda yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın birlikteliğine yönelik beklenti vurgusu bir bütün halinde ele alındığında Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet politikası da belirgin bir hal almış oluyor.

AK Parti Yurtdışı Seçim Koordinasyon Merkezi’nin (SKM) çalışmalarını yakından izleme imkanı bulduğumda işin bir oy toplama, halkı sandığa çağırma meselesinden daha öte bir yerde konumlandırıldığını gördüğümü ifade etmeliyim.

AK Parti İstanbul Milletvekili, Bayburt’tan 1 yaşında Köln’e gittiğini gözardı edersek doğma büyüme Kölnlü, Avrupa Milli Görüş Teşkilatları eski genel sekreteri ve şimdi AK Parti’nin Yurtdışı SKM Başkanı olan Mustafa Yeneroğlu’nun oy isteken kullandığı iki argüman var:

1) Yurtdışında 2 milyon 850 bin seçmen var. Tüm seçmenlerimiz sandığa gitseler Türkiye’deki siyasi tabloyu değiştirme ve hatta belirleme imkanına sahipler.

2) Türkiye ortalamasına yakın düzeyde bir seçime katılım, yurtdışındaki vatandaşlarımızın yaşadıkları ülkelerin siyasi kararlarında olası bir Türkiye aleyhtarlığını engelleme potansiyeli üreteceği gibi, bu ülkelerin alacakları siyasi kararların Türkiye’nin lehine olması hususunda motive edici bir siyasi ortamı da oluşturabilir.

Siyasete katılım önemli. Demokrasinin beşiği de olsalar, Avrupa, siyasete katılmayan toplulukların hesaba katılmadığı, isteklerinin göz ardı edildiği bir siyasal düzlem üretmiş durumda.

İşte bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yurtdışında var olan ve yurtdışına yönelik olarak faaliyet icra eden tüm kurumları ile yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızı oy kullanmaya davet ettiğine şahit oluyoruz. THY’sinden tutun da, konsolosluklarımıza, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’na kadar.

Daha evvel sadece gümrük kapılarında ve havaalanlarında oy kullanabilen vatandaşlarımız artık konsolosluklarımızda da oy kullanabiliyor. Bu uygulamanın ardından iki seçim yaşandı. Bunlardan ilki olan Cumhurbaşkanlığı seçimine katılım bir hayli düşüktü. Geçtiğimiz genel seçimlere ise yüzde 38 civarında bir katılım söz konusu oldu. Her türlü fiziki zorluğa rağmen bu seçimler için daha yüksek bir katılım bekleniyor. Seçme hakkı önemliydi, güzel neticeler alınacak gibi duruyor.

Bir de bunun üzerine AK Parti’nin bir vaadi söz konusu: Yurtdışını bir seçim bölgesi haline getirerek bu bölgeden 15 milletvekilini parlamentoya seçtirmek. 550+15 için anayasa değişikliği gerekiyor ama 550 milletvekilinin 15’ini yurtdışı seçim bölgesine tahsis etmek pekala mümkün. Bu da siyasal katılımı destekleyerek, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın doğrudan temsilini mümkün kılacak bir adım.

Düsseldorf’ta Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun konuşmasını dinlerken vaat edip de yerine getirilenlerin sıralandığı esnada salonun coşkusuna tanık oldum. Vaatlerin neredeyse tamamı yukarıdaki iki madde çerçevesinde özetlenebilecek bir hizmet alanı üretiyor; kimisi anavatan ile irtibatlarının devamına yönelik kimi ise vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerdeki yaşamlarını kolay kılmaya yönelik.

-THY ile anavatana seyahat eden 2 ila 9 kişiden müteşekkil ailelere yüzde 20’lik aile indirimi sağlanması,

-Türkiye’ye araçları ile gelen vatandaşlarımızın araçlarının Türkiye’de kalış sürelerinin 6 aydan 2 yıla çıkarılması,

-Türkiye’ye gelen vatandaşlarımızın mobil telefonlarını Türkiye’de kullanım sürelerinin 4 aya çıkarılması,

-Yurtdışında yaşayan tüm gençlerimizin Türkiye’yi görmüş olmasını sağlayacak gençlik köprülerinin kurulması,

-Mesleklerin Türkiye’de icra edilebilmesine yönelik olarak okul denkliklerinin sağlanması,

-Dövizli askerlik ve pasaport harçlarında yapılan ciddi indirimler…

gibi vaatler yurtdışında yaşayanların Türkiye ile irtibatlarını koparmamalarına yönelik tedbirler olarak görülebilir.

-Çift anadilli kreşlerin açılmasına destek olunması,

-Yurtdışında yaşayan kadınlara doğum yardımında bulunulması,

-Gençlerin evlenmesini teşvik maksadı ile yapılacak tasarruflara yüzde 20’lik devlet katkısı…

gibi vaatler ise yurtdışında yaşayanların yaşam standartlarına birer katkı olarak görülebilir. Bunlar aynı zamanda kültürümüzün muhafaza edilmesine yönelik olarak alınmış tedbirlerdir de…

AK Parti yurtdışındaki seçmenleri bir oy deposu olarak gören anlayıştan daha farklı bir şekilde ele alıyor. Bir devlet politikasının tezahürü olarak meseleyi ele alan bir bakış açısı ile karşılaştım seyahatim boyunca. Mustafa Yeneroğlu ise bu bakış açısını en doğru yansıtan ve bu bakış açısı doğrultusunda seçmenle muhatap olan bir isim olması hasebi ile çok doğru bir tercih bana göre. Mustafa Yeneroğlu ve cevval ekibinin başarılı olması sadece AK Parti’nin değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de kazanım hanesine çok şeyler yazdırmış olacak.

Yurtdışındaki seçmenimizin oy kullanması ve siyasete katılımı çok önemli. Bu yüzden yurtdışında yaşayan her Türkiye vatandaşının 25 Ekim’e kadar gümrüklerde, havaalanlarında ve konsolosluklarda oy kullanması ve bununla da yetinmeyip seçimler sonrasında siyaset mekanizması nezdinde oyunun takipçisi olması gerekiyor.

Önümüzdeki dönemde, AK Parti’nin, tıpkı Türkiye’deki teşkilatlanması gibi yurtdışında vatandaşlarının yaşadığı bölgelerde temsilcilikler kurarak doğrudan teşkilatlanıp yurtdışındaki vatandaşlarımız ile irtibatını daha farklı bir düzeye taşıması gerektiği kanaatindeyim. Zira böylesi bir uygulama artık kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir.