İçinde yaşadığımız coğrafya tabir-i caizse dünyanın merkezinde yer alıyor. Kan ve gözyaşının bu topraklarda mütemadiyen mebzul miktarda dökülmesinin arka planında da petrolün yanı sıra bu stratejik önem var. Osmanlı Devleti asırlarca bu kurtlar sofrasında şanı ve şerefiyle ayakta kaldı. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ise sadece topraklarımızın önemli bir kısmından değil, itibarımızdan ve iddialarımızdan da olduk. Asırlarca Batı’ya haddini ve yerini bildiren bir Osmanlı’dan, Batı özentisi bir Türkiye’ye evrildik. Coğrafi, tarihi ve zihni ufkumuz hem olabildiğince daraldı hem de miyoplaştı. Yarı gönüllü yarı zorunlu, çok boyutlu zindanımızda yaşamaya başladık.

Türkiye, tarihinin ilk 80 yılında aşağı yukarı böyle kaldı. Ta ki AK Parti iktidarına kadar. Türkiye, özellikle 2006’dan sonra zincirlerinden kurtulmak için ilk hamlelerini yapmaya başladı. Tarihinde ilk defa bağımsız bir ülke olma yolunda adımlar atmaya başladı. Halkımız, ekonomik başarısının yanı sıra o eski iddia ve itibarımızı tekrar kazandırmaya başladığı için de AK Parti hükümetine büyük bir teveccüh gösterdi. Sadece ülkede değil, ümmet coğrafyasının her köşesinde Erdoğan’a büyük bir sevgi gösterildi. Erdoğan gittiği her İslâm şehrinde geniş katılımlı “mitingler” yaptı.

Bu kutlu yürüyüşte doğal olarak birçok zorluk da yaşandı. Bu kurtlar sofrasında ne vakit yaşamayı düşünsek, önümüz hep çıkarlarımızın çatıştığı birtakım ülkeler ve güçler tarafından kesilmeye çalışıldı. AK Parti, ilk iki döneminde askeri vesayetle ciddi şekilde mücadele etti. Darbeler atlattı. Kapatılma tehlikesi yaşadı. Daha sonra ise Paralel Yapı tehlikesi baş gösterdi. Fakat AK Parti, halkın büyük desteğiyle bu tehlikeyi de savuşturmasını bildi.

Geriye dönüp baktığımızda Türkiye’nin AK Parti ile birlikte nereden nereye geldiğini görüyoruz. Şu ana kadar yaptıklarıyla dahi rahatça şunu söyleyebiliriz: Erdoğan adını altın harflerle tarihimize yazdırdı.

Zihinsel dönüşümde epey mesafe kat ettik. Tarihimize yavaş yavaş sahip çıkmaya başladık. Kendimizi Anadolu ile kısıtlamayıp zihnimizi tüm ümmete ve hatta tüm dünyaya doğru genişlettik. Fakat yürüyüş devam ediyor, yolumuz daha çok uzun. Yeni Anayasa henüz yapılamadı. Koalisyonlar çağını kapatacak olan Başkanlık Sistemi’ne henüz geçilemedi. Türkiye henüz yeterince kanun ve nizam ülkesi haline gelemedi. Kurumsal altyapımız henüz yeterince gelişmiş değil. En önemlisi, eğitim sistemi düzeltilemedi.

Türkiye emeklerken, AK Parti ile birlikte yürümeye başladı. Şimdi koşmaya başlamamız gerek. Bunun için de “güçlü” olmalıyız. Bu açıdan kurumsal ve ekonomik anlamda ciddi reformlara ihtiyacımız var. Gerçekten radikal ve “güçlü” reformlara…

Bu kadar önemli ve stratejik bir coğrafyada Türkiye’yi ya emeklerken ya da koşarken bulabilirsiniz. Yürüyen bir Türkiye ya kaybeder ve emeklemeye döner ya da kazanır ve koşmaya başlar. Arası yoktur.

Bu açıdan hem kazanımlarımızı yitirmemek hem de daha güçlü olabilmek için artık büyük bir cesaretle kurumsal ve ekonomik alanda ciddi bir dönüşüm başlatmamız gerekiyor. Bizi buraya kadar getiren kurumsal altyapı ve ekonomik doktrin artık ciddi şekilde ayak bağı oluyor. Uzaya fırlatılan füzenin yoluna devam edebilmesi için kalkıştan bir süre sonra bazı parçalarını boşluğa bırakması gerekir. Yoksa mevcut durumunu da koruyamayarak düşer ve parçalanır. O hesap…