Tarihte ancak bir “göz kapatıp açma” süresince yer işgal eden dönemler yaşayanlarınca “tarihin sonu” olarak görülme eğiliminde oluyor. Zira geçmişi bir hikâye, bulunulan anı da mutlak bir gerçeklik ve “sonuç” olarak görme ve hissetme eğilimindeyiz. Bu yüzden “şimdiki zaman” tarafından inanılmaz ölçüde çarpıtılmış bir varlık ve benlik algımız var. Öyle ki bulunduğumuz zaman dilimini her şeyin varacağı ve sonuçta vardığı nihai nokta olarak görme eğiliminde oluyoruz. Bulunulan zaman diliminde kazanan tarafta olduğunu düşünenler insanlar ise özellikle böyle düşünme eğiliminde oluyor.
Bu tarih diliminde de yine aynısını yaşıyoruz: Batı’dan neşet eden kapitalizm anlayışının ve liberal demokrasinin insanoğlunun ulaşabileceği nihai nokta olduğu zımni veya açık olarak Batılılar tarafından sıklıkla dile getiriliyor. Batılı değerleri benimsemiş insanın, insanın tekâmül çizgisinde nihai nokta olduğu ve böylece “son insanın” ortaya çıktığı anlayışı da Batı’da epey yaygın. Francis Fukuyama burada sadece bir şeyi çok açık biçimde ve kavramsallaştırarak dile getiriyordu “tarihin sonu” ve “son insan” diyerek.
Fakat bulunulan anın tefekkürle ve ilimle üstüne çıkabilen ve böylece göreceli olarak çarpık olmayan, hakikatli bir varlık ve evren algısına sahip olabilenler için çok açık bir gerçek var: Tarih sürekli biçimde akıyor ve her şey sürekli biçimde dönüşüyor. Biz ve dahi bulunduğumuz dönem bir şeylerin nihai noktası değil, fakat sadece bir “göz açıp kapama” süresince tarihi işgal eden bir nokta.
Yani, Batılıların son 200 yılda dünya tarihinde söz sahibi olmaları da herhangi tarihi bir süreçtir ve bu durum da diğerleri gibi değişecektir. Bunda hiçbir şüphe yok. Hatta bu dönüşüm sürecinin epey ilerlemiş olduğunu dahi iddia edebiliriz.
İnsanoğlunun sıklıkla düştüğü bir diğer hata da etrafındaki kaotik dünyadan “sürekli biçimde güncellenen” anlamlar çıkarmaya çalışması… Bu yüzden bizler çok kolay bir biçimde hakikatin hikâyesine değil de hikâyenin hakikatine kendimizi kaptırıyoruz. Bu bilişsel hata ile yukarıdaki tarihsel hata bir araya gelince ortaya inanılmaz ölçüde garip hikâyeler çıkıyor. Ve çılgınlık çağında yaşadığımızın hakkını verircesine günümüz dünyasında bu hikâyeler epey alıcı buluyor.
Batılıların aydınlanma dönemiyle birlikte bir medeniyet inşa ettikleri ve bu medeniyetle birlikte en kâmil insanın, “nihai insanın” ortaya çıkmasına yol açan evrensel değerleri yarattıkları bu anlatılan hikâyelerin en başında geliyor. İkinci olarak, Batılılardan neşet eden finansal kapitalizmin de insanlığın ortaya çıkardığı en kâmil, “nihai ekonomik ve sosyal sistem” olduğu da bir diğer büyük hikâye… Üçüncüsü ise Batılı liberal demokrasinin insanlığın ortaya çıkardığı en üstün, “nihai siyasi sistem” olduğu şeklindeki o büyük hikâye…
Aydınlanma dönemi ile Batı, sahip olmadığı manevi değerlerin kötü birer kopyasını ortaya çıkardığı ve bununla bir medeniyet inşa ettiğini iddia etti. Komikti ve hala komik. Ayrıca, Batı finansal kapitalizmin serbest piyasa ekonomisi ile bir ve aynı şey olduğunu da iddia etti. Gerçek ise bu ikisinin arasında inanılmaz ölçüde farkların olduğuydu. Son olarak Batı aydınlanma değerleri, liberal demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi ile üstün hale geldiğini ve zenginleştiğini iddia etti. Gerçekte olan ise herhangi bir değer yargısına sahip olmayan Batılıların silah, sömürü ve katliamla dünyayı “çok kısa bir süreliğine” tahakküm altına almasıydı.
Tarih, gözünü kapatıp açıncaya kadar bu hakikatsiz çağ da sona ermiş olacak. Vesselam…