Ankara’da önceki gün gerçekleştirilen menfur saldırının zamanlaması ve boyutu, sıradan bir terör öyleminden çok ötesiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Gerçekleştiren hangi maşa örgüt olursa olsun, bu terör eylemiyle Ankara’ya, bağımsız hareket etmenin ve bölgede izlediği onurlu politikaların bedeli ödetiliyor.
Hedef alınan Türkiye’nin demokrasisi ve özgür halk iradesi.
Ülkemizi ve başarılarını yakından takip eden Arap sokağı da bunun farkında.
Yazarlarından olduğum Katar El Arab gazetesinin dünkü başyazısı tam olarak bu gerçeğe işaret ediyordu.
“Türkiye ve halkı, İslam ümmetine destek olan tavırlarının bedelini ödüyor” başlığıyla yayınlanan yazıda, şu sorular soruluyor:
“İslam dünyasının bu büyük gücüne kin duyanlar, niçin kinlerini eyleme dönüştürüyorlar?
Türkiye’yi etkili ve büyük devletler düzeyine çıkaran ve ümmeti için stratejik bir kazanç haline getiren demokrasi ve ekonomi tecrübesini niçin yıkmak istiyorlar?
Türkiye, Suriye’den Yemen’e kadar yaralı Arap halklarını ve kan akıtılmasını önleyecek çözümleri desteklediği için suç mu işliyor?
Türkiye, Arap kararının başkenti Riyad ile yakınlaşarak kırmızı çizgileri mi aştı?
Türk Devleti, mazlumların sığınağı Doha’yla ilişkilerini sürekli geliştirdiği için cezalandırılmayı hak mı ediyor?
Niçin Türkiye’ye cehennemin kapılarını açıyorlar?”
Eylemcilerin şu veya bu örgütten olması pek fark etmiyor.
Saldırının ardından yaptığı yorumda “Bugün Ankara saldırısını gerçekleştirenlerin kimlikleri ne olursa olsun, İslam’la, demokrasiyle ya da halkların haklarıyla alâkaları yok. Kan dökücü bir grup katiller” diyen Filistinli tarihçi Beşir Nafi’nin de dediği gibi Türkiye’nin başkentini kana bulayan hain eylemi gerçekleştirenler herhangi bir davanın savunucuları olamazlar.
Klasik ifadelerle söylemek gerekirse, kuklaya değil kuklacıya ve oyun kurucu üst akla bakılmalı.
Moritanyalı düşünür Muhammed El Şankıti de yine o üst akla dikkat çekerek şöyle diyor:
“Başta Amerikalılar olmak üzere Suriye’de savaşın sürmesinde ısrar edenler, Türkiye’ye sürekli kan kaybettirmek; Batı vesayetinden kurtulmuş, bağımsız karar alabilen ve yükselmekte olan Türkiye örneğini yıkmak istiyorlar.”
Muhammed El Şankıti, Türkiye’nin ayrıca Suriye’de vaktinde yapamadığı hamlelerin bedelini ödediği görüşünde:
“Araplar ve Türkiye, Suriye’de Esed’e karşı mücadelede tereddüt gösterdiler, İran devreye girdi. Sonra İran’a karşı mücadelede tereddüt gösterdiler, Rusya devreye girdi. Statejik kararın vaktinde alınmaması helak edicidir.
Arapların Suriye halkını yüzüstü bırakmalarının ve Türklerin de Suriye’de tereddüt göstermelerinin bedelini ödeyeceklerini tekrar tekrar söyledik. Bugünkü Ankara saldırısı maalesef bu yorumu doğruluyor.”
Suudi Arabistanlı yazar Mühenna El Hubeyl ise Suriye’de ve bölgede kapsamlı bir tasfiye planı senaryosunun hayata geçirilebilmesi için Türkiye’nin şiddet volkanına iteklenmek istendiğini söylüyor.
Arap sokağından ve entelektüellerinden yansıyan yorumlar böyle…
Acımız da öfkemiz de büyük.
Fakat her şeye rağmen ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılmaya gerek yok.
Katar El Arab gazetesinin dünkü başyazısının son paragrafında da belirtildiği gibi Türkiye farklı bir ülke.
“Kin duyanlar, bazı bölgelerde, özellikle de Arap Baharı ülkelerinde karmaşa çıkarmayı başarmış olsalar bile, aynı senaryoyu Anadolu’da da tekrarlamayı başarabileceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar. Çünkü Türkiye farklı. Türk halkı, yönetimiyle uyum içinde gerçekleştirdiği başarılardan oluşan sağlam bir zemin üzerinde duruyor.”