Uluslararası Antalya Film Festivali, Türkiye’nin tanıtımı açısından büyük bir fırsat olarak görülür hep. Ancak Türkiye artık kendisinden bahsederken Boğaz-Efes-Antalya-Ürgüp hattına sıkışıp kalacak bir yer değil. Diğer her şeyle beraber ve hepsinin üzerinde, kapılarını Suriye’nin savaş mağdurlarına sonuna kadar açan, tüm eksiklerine rağmen bu manada dünyanın kerli ferli devletlerine ahlak dersi veren bir ülke. Denizimize, kumumuza, güneşimize bir şey olduğu yok (olsa ne ki zaten); fakat mülteciler bahsinde şu ana kadar yaptıklarıyla boynuna şeref madalyasını takan bir ülkenin tüm fertleri ve bilhassa sanatçıları, artık “tanıtım-manıtım” seviyesini aşıp, dünyaya öğüt veren, örnek olan, ilham eden bir özgüvene kavuşmalı.
Bu yıl 52’ncisi düzenlenen Uluslararası Antalya Film Festivali, geçen Pazar yapılan açılış galasıyla başladı.
Festivale ev sahipliği ve başkanlık eden Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel, açılış konuşmasında, festival coşkusunun terör olayları ve mültecilerin trajedileriyle gölgelendiğini söyledi.
Törende “Yaşam Boyu Başarı Ödülü” takdim edilen oyuncu Ayşen Gruda da, ödülü, mülteci trajedisinin en çarpıcı fotoğrafı haline gelen Aylan bebek için aldığını kaydederek, “(Bu ödülü) hırslı politikacı amcaları, hırslı politikacı teyzeleri yüzünden okula bile gidemeden aramızdan ayrılan Aylan bebek için alıyorum, bütün dünya duysun” dedi.
Aynı ödülün takdim edildiği bir diğer isim olan İngiliz aktör Jeremy Irons da, “aslında dünyada oyunculuktan çok daha önemli işler yapan insanların bulunduğunun” altını çizdi.
Bu çapta bir organizasyonun başındaki isim olarak Menderes Türel’in mültecilere dikkat çekmesi önemli. Ayşen Gruda’nın, hakiki bir sanatçı hassasiyeti içinde hayatla ve dolayısıyla siyasetle yoğun münasebetini zaten biliyoruz. Jeremy Irons da benzer çizgilerde bir profile sahip.
Dostum Muhammed Uyar, gazetemizde geçen Pazar yayınlanan “Artistik Bakış” köşesinde, film festivallerinin kimi sinemacılar tarafından “muhalif” politik söylemlere başvurarak kötü işlerini perdelemek amacıyla kullanıldığından şikayetlenmişti. “Antalya” bu manada iyi bir başlangıç yaptı. İşlerini iyi yapan isimler, tepeden tırnağa gerçek bir meseleye dikkat çektiler.
Fakat yine de, mültecilerden söz ederken, Türkiye’de düzenlenen bir uluslararası organizasyonda tabi ki daha fazlasını görmek istiyoruz.
Uluslararası Antalya Film Festivali, Türkiye’nin tanıtımı açısından büyük bir fırsat olarak görülür hep. Ancak Türkiye artık kendisinden bahsederken Boğaz-Efes-Antalya-Ürgüp hattına sıkışıp kalacak bir yer değil. Diğer her şeyle beraber ve hepsinin üzerinde, kapılarını Suriye’nin savaş mağdurlarına sonuna kadar açan, tüm eksiklerine rağmen bu manada dünyanın kerli ferli devletlerine ahlak dersi veren bir ülke. Denizimize, kumumuza, güneşimize bir şey olduğu yok (olsa ne ki zaten); fakat mülteciler bahsinde şu ana kadar yaptıklarıyla boynuna şeref madalyasını takan bir ülkenin tüm fertleri ve bilhassa sanatçıları, artık “tanıtım-manıtım” seviyesini aşıp, dünyaya öğüt veren, örnek olan, ilham eden bir özgüvene kavuşmalı.
Türkiye’de sanatla meşgul olanlara hitaben bu özgüven meselesini (birazcık samimiyet tartışmasına da girerek), “‘Adamlar yapıyor abi!’” başlığıyla yazmıştık (13 Eylül 2015.) Suriyeli misafirlerimizin bizim için taşıdıkları mana ve ehemmiyeti, “Türkiye’deki Suriyeliler ahlakımızı koruyor” diyerek belirtmiştik (1 Kasım 2015.) Sayın Başkan Türel’in de aynı hassasiyetlere sahip olduğunu, aynı bilinçle hareket ettiğini biliyoruz. Bu yüzden, hazır, festivalin açılış programı itibarıyla mültecilerin ağır trajedisine dikkat çekmek adına bir vasat oluşmuşken, kendisinden ve ekibinden biraz daha gayret bekliyoruz. Mesele, “şıkır şıkır” giyinip “kırmızı halıda boy gösteren”lerin soğuk alkışlarında başlayıp bitmemeli. Festivale konuşlanan yerli yabancı kameralar, şimdiye dek yaptıklarıyla mülteciler bahsinde dünyanın yüzünü ağartan Türkiye’yi kaydetmeli filmlerine.
***
Haliyle, festivalin, yarışma ödüllerinin dağıtılacağı kapanış programları da çok önemli.
Antalya o gün, yine Gruda ve Irons gibi bir büyük oyuncuyu daha ağırlayacak: Vanessa Redgrave.
Onur konuğu olarak festivalde kendisine “Yaşam Boyu Başarı Ödülü” takdim edilecek Redgrave, oyunculuğunun yanında aktivist kimliğiyle de tanınan bir isim. Nazi Almanya’sında geçen 1977 yapımı “Julia” filmdeki performansıyla “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” Oscar’ını alırken yaptığı anti-Siyonist konuşma hala hafızalarda. İngiliz oyuncu, Filistin davasında olduğu gibi, Bosna ve Çeçenistan Savaşlarında da, Irak’ın işgalinde de mazlumdan ve haklıdan yana ses yükseltmişti. Tüm bunlardan dolayı sektör kendisine iş vermedi, adı konulmamış bir ambargo uyguladı; ama hiçbiri Redgrave’i yıldırmadı.
Kapanış törenlerinde ödül alacak “bizimkiler” Gezi’den mi bahseder; içini doldurmadıkları, hatta anlamını bile bilmedikleri, ezberden okudukları bir tabir olarak “Barış da barış” mı derler, çok önemsemiyorum açıkçası. Fakat, Vanessa Redgrave’in sözlerini merakla bekliyorum. Zira, Redgrave, bir süre önce bir grup sanatçı arkadaşıyla birlikte kaleme aldığı açık mektupta İngiliz hükümetinin Suriyeli mülteciler bahsinde yaptıklarından ve yapmadıklarından “utanç duyduğunu” da dile getirmişti.
Festivalin kapanışı 6 Aralık’ta. Yani, diğer yabancı katılımcılarla beraber Vanessa Redgrave’in de Türkiye’nin Suriyeli mültecilerle ilgili faaliyetleri hakkında doğru dürüst bilgilendirilmesine yetecek zaman var.
Menderes Türel’in başkanlık ettiği festival yönetimine, hiç değilse Sayın Türel’in başkanlığına çağrımızdır.