İçinde bulunduğumuz günlerin hızı ve karmaşıklığı içinde bugünden yarına pek çok şeyin değiştiğini görüyoruz ve değiştirebileceğimize dair bir kanaati taşıyoruz. Öyle ya, bir günde bir kurum kurup başka birini kapatıyoruz veya başka bir kuruma bağlıyoruz.

Hiç kuşkusuz bunlar, Türkiye’yi daha güçlü, daha müreffeh ve daha huzurlu kılmak için yapılıyor. Eşya ve nesneler dünyasındaki pek çok şeyi yeniden organize etmeye gücümüz yetiyor. Ayrıca, yapma isteğimiz ve enerjimiz de buna el veriyor.

Peki, bunun için ne yaptık, ne yapıyoruz ve ne yapacağız?Tarihi süreklilik içinde nerede duruyoruz ve nereye evriliyoruz? Bugünün sosyal bilimcilerinin, özellikle sosyolog, siyaset bilimci, tarihçi ve felsefecilerin cevaplandırması gereken soru budur diye düşünüyorum.

İktisat zihniyeti açısından Anadolu’nun, özellikle Türkler’in tarih içindeki yürüyüşünü kabaca üç başlıkta değerlendiriyorum: 1840’a kadar olan birinci dönemi madde/eşyaya karşı mesafeli ve ataletli dönem, içinde bulunduğumuz 2000’li yıllara kadar olan çalışma dönemi, 2000’li yıllar sonrasını da çalışmaktan verimliliğe doğru çabalayış dönemi olarak adlandırıyorum.

Dönemlendirmemdekitarihlere itiraz edilebilir, tartışılabilir de. Ancak iktisat zihniyeti açısından dikkat çekmek istediğim husus böyle bir yönsemenin olduğudur. Ve bu yönseme, bugünden yarına bir çırpıda değiştirilemez olan meseleler olmasıdır.

Tanzimat’a kadar olan dönemi tembellik olarak tanımladığımızda, Osmanlı’nın onca yükselişini ve ilerlemesinin nasıl izah edileceğini merak edenlerin olacağından kuşkum yok elbette. Örneğin, adlandırma nedenlerimden biri, iktisadi üretim alanında nesneler dünyasına ilişkin bir arayış, çaba ve gayretin aksine, dönem insanlarının zihniyetine nüfuz edecek eserler, birinden ötekine eşya ve olaylara karşı daima hayran ve seyran olmayı salık veregelmiş olmalarıdır.Bu dönem elbette siyasi bir bildiri ile bitecek değildir. Bitmemiştir de.

1910’lu yıllarda İstiklâl şairi Âkif’in ana gündemi hâlâ bu ataletten şikâyettir.Âkif, sürekli çalışmaya, sa’ye sarılmaya çağırır insanları. Tanzimat’ı da, ataleti ortadan kaldıracak bireyin zuhuru için can ve mal güvenliğinin garantisi olması açısından milat kabul ediyorum.

Yıl olmuş 2 bin, birçok kurum hâlâ çalışmaya atıf yapıyor. Çalışmaya sürekli atıf yapılması, kabul edilmesi gerekir ki onun eksikliğine de bir göndermedir. Toplantıdan toplantıya koşan insan imajı yaratma hevesini isebu açıdan dönemin bitmediğine işaret sayıyoruz.Ancak “Çalışmak verimli bir şey midir”, sorusu henüz kamuoyunun gündemine girmese de, pek çok çalışmanın verimli yapılmadığı da bir o kadar gerçek olsa gerek.

Türkiye, yeni bin yıla hangi iktisadi yapı, kültür ve sanatla girecek?

Önerim,Yüksek Planlama Kurulu gibi bir kurulun, zihniyet dönüşümünü yönetmek üzere yeniden yapılandırılmasıdır.