En girift griliklerin içinde, en berrak siyahı ve en temiz beyazı teşhis etmeye zorlanıyoruz.
Büyük bunalımlar, kirli bulanıklıklar arasında en saf adaleti bulmaya çalışıyoruz.
Her gün yüzlerce FETÖ/PKK/DHKP-C üyesi yakalanıyor, her fırsatta onlarcası yargılanıyor. Pek çoğu -şimdilik- içeride. Vesaire vesaire…
Kabul.
Fakat diğer yandan basit bir ‘’ağaç’’ meselesi olmayan Gezi kalkışmasının stratejik figürleri, Türk yargı mekanizmasında suçsuz bulunuyor. Toplumun belirli kesimine yapışan, eğitim-öğretim modelimizle de soy soy yayılan muazzam bir aptallık mevcut. Haydi biz kibarca ‘’şuursuzluk’’ diyelim. İşte o yakıcı, yıkıcı, vahşi şuursuzluğu güdümleyen etki ajanları aramıza salınıyor. İhanet, Türk demokrasisince, Türkiye devleti için bir tehdit unsuru taşımıyor. Fethullah Gülen teröristinin Meclis’teki kolu kanadı olan İslamcı(!), Türkçü, Kürtçü, Atatürkçü siyaset elemanları bizim vergilerimizle lüks hayatlar sürüyor. Amerika’nın, Moskof’un, Avrupa’nın unvan ve makam sahibi köpekleri; sosyal politikamızda halen söz sahibi. İstanbul, İzmir, Ankara başta olmak üzere pek çok şehrimiz belediyecilik çapında işgal edilmiş vaziyette. Pensilvanya ve Kandil aktarmalı olarak uluslararası oligarşinin hesabına çalışan siyasal partiler; Türkiye’nin dört bir köşesinde amme hizmeti(!) vermek kisvesiyle, demokratik usullerle terör estiriyor…
Liste uzar gider.
Hukuk sistemiz bütünüyle pir ü pak değil demek ki. Yargı’ya malik değiliz. Yahut aşırı demokrasiyle yönetiliyoruz. Dinimize, vatanımıza kastetmelerinin bedelini; her fırsatta bizimle alay ederek, suratımıza arsız ihanetler tükürerek ödüyorlar.
Neyse ki Gezi’deki terörist Vandalizm’i desteklemediğimiz, 15 Temmuz’da nöbet tuttuğumuz, hainle zevkle kutuplaştığımız için kodese girmedik. Çok şükür…
Son günlerin moda kelimesi de ‘’darbe’’…
Darbe hazırlığı, darbe söylentisi, bilmem ne… İlla 15 Temmuz, 17-25 Aralık, 27 Mayıs gibi adı konulmuş darbeleri beklememiz gerekmiyor.
Türkiye gündeminde, her gün, multidisipliner darbe hamleleriyle kucaklaşıyoruz.
Merceği genişleteyim:
Gezi Davası’nda çıkan kararlar hâlihazırda bir darbedir. Kılıçdaroğlu’nun, İmamoğlu’nun varlıkları birer darbe biçimidir. Aynı fabrikanın mahsulü olan CHP-İP-HDP-SP ittifakı bir darbedir söz gelimi. Davutoğlu-Gül-Babacan üçlemesinin utandıran tavırları darbedir. İstanbul Sözleşmesi kanlı bir darbedir hatta. Türkiye hudutlarında PKK ve FETÖ propagandası yapan kitapların satılması bir darbedir. Terör ve anarşi pompalayan her türlü bilim/sanat(!) faaliyeti istisnasız darbedir. Uyduruk, temelsiz, çalıntı bir ‘’m. kemal’’ kitabının 2500 TL’lik arz-talep piyasası; bitmeyen bir darbe girişimidir mesela. Bu ülkede en mukaddes kıymetlerimize küfredene her türlü özgürlük tanınırken, 5816 Sayılı Primitif Kanun’un üstümüzde iktidar sahibi olması darbedir. “Tılsımlı’’ kitaplar yazdığını insanlara inandıran çıplak alüftelerin, küfür kokan kalemlerine Esma-ül Hüsna’yı alet edip zengin olmaları bir darbedir. Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, Caner Taslaman gibi tipler de birer darbedir kuşkusuz…
Devletimizin teknolojik, askerî, ekonomik başarılarını bir vesileyle etkisiz hale getiren insan, fikir ve eşya formlarının tamamı; özünde aynı pasaklı mutfaktan çıkan ve yememiz için zorla önümüze konulan birer darbedir günün sonunda.
Afiyet olsun.