Dünya piyasalarına yön veren iki önemli ülkenin arasındaki rekabetin yansımalarına göre konum belirleyen diğer ülkeler yaşanan rekabetin her zaman kendi lehlerine uygun gelişmesini arzu ederler.
İki ülke herkesin bildiği üzere gerek üretim gerekse de üretilecek ürünler için ihtiyaç duyulan hammadde alımlarında dünya ticaretindeki dengeleri sarsabilecek bir güce sahip olan Çin ve dünyanın en büyük ekonomisine sahip olan ABD.
İkili arasında ticaret savaşlarının yaşanmasının asıl sebebinin gerçekten ticari ilişkiler arasında bir çekişme mi olduğu yoksa dünya güç dengelerini değiştirebilecek bir kapasiteye sahip olmanın vereceği avantajı lehine kullanabilme savaşının mı olduğu sorusu daima zihnimi meşgul etmiş bir durumdur.
Yüksek gelir ve karlılığa sahip olanın güçlü olacağı varsayımıyla hareket edilen dünya finans düzeninde en güçlü ikilinin mücadeleyi her zaman sürdürmesi kadar doğal bir şey yoktur.
Ama burada özellikle dünyanın belirli bölgelerindeki (daha çok Müslüman coğrafyaların olduğu alanlar) çatışmaları körükleyerek ürettiği silahları tüm taraflara pazarlama gayretinde olan ABD’nin giriştiği bu rekabette insan sadece ticaret savaşını değil savaşın ticareti de olduğunu düşünmeden kendini alamıyor.
Aynı şekilde elindeki güçle Doğu Türkistan’daki Müslümanlar üzerinde inanılmaz eziyet ve işkenceler yapan Çin in de bu rekabette elde ettiği güçle inançlarından ötürü kendi topraklarında yaşayan insanlara yaptığı zulme şahit oldukça bu rekabetin sadece ticaret savaşı değil savaşın ticareti olduğunu düşünüyoruz.
Maalesef bu iki aktörün arasındaki rekabet pozisyonunun gerilim halinin global piyasalarda ki tüm ülkelerin risk alabilme potansiyelini her geçen gün azalttığı yönünde haberleri alıyoruz.
Evet bu tür haberleri alıyoruz almasına da neden dünya ticaretine ve düzenine sırf kendi çıkarları uğruna verdikleri zararı konuşmuyoruz.
Kendi aralarındaki ticari sıkıntıların dünya finans piyasalarını negatif yönde etkilemesini konuşuyor da neden yaptıklarının insanların ve toplumların psikolojik yapılarını tahrip ettiğinden hiç bahsetmiyoruz.
Ticaret adına yapılan müzakerelerden olumlu sonuç alınamadığını ve bunun da dünya ticaret dengelerini etkilediğini konuşuyor ama dünya pazarına satmış oldukları silahların toplumların geleceğini olumsuz etkilediğini hiç konuşmuyoruz.
ABD Başkanı Donald Trump’ın haziran ayının sonunda Japonya’nın Osaka şehrinde yapılacak olan G-20 zirvesinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile görüşecek olması daha şimdiden gözlerin yapılacak görüşmelere çevriliyor olmasına sebep oluyor.
Bir veya birkaç görüşme bu kadar önemli iken neden farklı coğrafyalarda yaşanan acıları giderecek önlemlerin alınması bu kadar zor oluyor.
Burada ortaya koyduğumuz tüm sorulara empati yaparak cevap verildiğinde bu ülkelerin sadece ama sadece kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri hariçte hiçbir olguyu göz önüne almadıkları çok rahat bir şekilde görülecektir.
İşte tam da bu noktada ülkemize düşen çok ama çok önemli bir görev bulunmaktadır.
İç çekişmelerimizden biran önce kurtularak dünya konjonktürüne odaklanmalı ve bizi izleyen tüm ülkelere güçlü bir ülke nasıl olunur konusunu örnek ülke olarak anlatabilmeliyiz.
Her alanda dünya ölçeğinde bir ülke olabilmek için çalışmalı ve elimizdeki tüm güç kaynaklarını bu hedefte birleştirmeliyiz.
Gücümüzü ortaya koyabilmenin en önemli yolu ise ekonomik yapının sağlam temellere oturtulmasından başkası değildir.
Türkiye kararlı ve sağlam adımlarla bunu başarabilecek kapasiteye fazlasıyla sahiptir.