Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın adıyla başlıyorum. Çünkü mutlak anlamda rahman ve rahim olan O’dur: Bismillah)

Gençliğin hemen hemen her ferdinin, aynı anda en az üç ayrı yerde yazar olduğu bir zamanda, gazetede yazı yazmak zor iş. Hele bir de bu gazete, öncelikli olarak gençleri kendisine muhatap almışsa, yazarlık iddiasında bulunan kişinin uzun uzun düşünmesi gerekirmiş. “Gerekirmiş” diyorum çünkü bu yazıyı yazmaya karar verirken de yazarken de uzun uzun düşündüm. Hatta teheccüd vakti başladığım yazıyı, -planladığım saatte bitirebilirsem- sabah kahvaltısına yetiştirmem ancak mümkün olacak.

“Bugün beni kaç kişi okumuş? Sözlerim kaç kişi tarafından paylaşılmış? Son resmimi kaç kişi beğenmiş?” kaygılarının yerini alıp da kendini okutabilecek mi yazdıklarım emin değilim. Yerini almasını geçtim, yanında yer almasına da dünden razıyım.

Yazıya başlamadan önce memleketimde yayınlanan günlük gazetelerin tirajlarına bir göz attım. Sonra da bizim mahallenin duayen/kıdemli köşe yazarlarının internette tıklanma sayılarına… Çıkan sonuç, yazmam konusunda bana bir hayli cesaret verdi. Şu kadarını söyleyeyim; 8 Haziran 2015 pazartesi günü 867 bin küsur tirajla listenin ilk sırasında olan gazetenin deli gibi desteklediği bağımsız milletvekili adaylarına, bir gün önce yapılan seçimlerde 230 bin oy çıkmış. Basınımızın ve haliyle gazete-yazar-okur ilişkisinin serencamı hakkında bilgi verir mi bilmem ama netice ürkütücü.

Peki öyleyse ben neden yazıyorum? Aslında ben zaten kendimce yazıyordum. Yazdıklarımı bazen paylaşıyor bazen de kendime saklıyordum. Temin etmek için bayiden bayiye koşturduğum bir gazeteden gelen davete icabet etmeyecektim de ne yapacaktım! Diriliş Postası, yayın hayatına başladığı günden beri bizim mahallenin gençlerinde ve abilerinde bir heyecan uyandırdı. Ben de aynı hissiyatı paylaşanlardanım. Bu heyecanın ve gayretin devam etmesinde ve artmasında en ufak bir katkım olursa ziyadesiyle memnun olurum. En nihayetinde bizler, sizlerle sohbet ediyoruz. “Ben bu konuda böyle düşünüyorum, sen ne dersin dostum?” diyoruz. Hatta ondan da öte şahsen, “Bak şimdi sen söyleyince aklıma geldi, ben hiç böyle düşünmemiştim!” tadında muhabbet etmeye talibim.

Diriliş Postası’nı bizlerle buluşturma güzelliğini gösteren öncekilere bundan dolayı teşekkür ediyorum. Giderken kaleme aldıkları son yazılarında belirttikleri gibi “etmekte oldukları dualarının” devamını temenni ediyorum. Cümlesine kalbî selamlarımı gönderiyorum. Tezahür edecek her hayırdan onların da nasibinin olacağını hatırlatmaya gerek bile duymuyorum. Diriliş Postası’nı hâlihazırda bizlerle buluşturmaya devam eden gayretkeş kardeşlerime de gönülden merhaba diyorum.

Bundan sonra nasip olursa Perşembe günleri bu köşeden, harbî ve hasbî hallerimiz olacak.

Hepinizi “Hoşbuldum!”

(“Hocam, ilk yazı diyorsunuz ama matbuatın dilini çözmüşsünüz. Zira yazı bitti, içinde başlıkla ilgili bir şey yok! Ne iş?” diye soran okurumuz olabilir. “Teheccüd” yukarıda bir yerde bir kere geçti. Şimdilik bu kadarıyla iktifa edelim. Malum “uzun köşe yazıları pek okunmaz!” diye bir şayia var tedavülde. Cedd, akşam, sünnet, âfâd ile ilgili mevzuları bilahare konuşuruz.)