Geçen hafta sosyal medyada Kadıköy’ün arka sokaklarında yapılmış sokak röportajları yayımlandı.
Röportajlarda gençlere siyasal tercihleri soruluyordu.
Verilen cevaplarda ilk göze çarpan husus argümantasyon zayıflığı, yaman çelişkiler, klişeler ve anti-demokratik tutumlardı.
Günün sonunda bütün bunlar bir siyasal tercih ve herkesin tercihine saygı duymak zorundayız.
Diğer taraftan verilen cevaplar aynı zamanda kendisini aydın ve çağdaş zanneden bu gençlerin genel eğitim seviyesini de yansıtıyor.
Belki birçoğu Türkiye’nin prestijli lise ve okullarından mezun bu gençlerin entelektüel seviyelerindeki yetersizlik, tartışmamız ve üzerinde düşünmemiz gereken hususlardan bir tanesi.
Ama onun ötesinde verilen bazı cevaplar var ki hepimizin üzerinde uzun uzun düşünmesinin ötesinde acilen aksiyon alınması gerektiğine işaret ediyor.
Beni ve birçok insanı şoke eden cevaplarda bir genç, Kemal Kılıçdaroğlu seçimi kazanamazsa Türkiye’yi hemen terk edeceğinden bahsederken “Öyle bir Türkiye’de yaşamaktansa İtalya’da kaldırım taşı olmayı tercih ederim,”, bir diğeri ise affedersiniz “Norveç’te b*k olmayı tercih ederim.” diyordu.
Her ne kadar böyle radikal bir şekilde ifade edilmese bile bu söylem yeni değil. Türkiye’nin yaşamaya değer bir ülke olmadığı ile ilgili sosyal medyada uzun bir süredir devam eden bir propaganda mevcut.
“Yurt dışına kapağı atmak” ibaresinde kendisini bulan bu zihniyete göre yurt dışının taşı toprağı altından ve herkes kucaklarını açmış bu gençleri bekliyor.
Yurt dışında kısa bir süre yaşamış olanlar ise kazın ayağının öyle olmadığını hemen anlıyorlar. Zira tüm dünyada yabancı düşmanlığı ve ırkçılık yükselişe geçmiş durumda. Onun da ötesinde insanın yabancı olduğu bir toplumda yaşaması gerçekten zor bir iş. Diasporada hayat hiç de öyle anlatıldığı gibi kolay değil.
Bütün bunlar bir bahs-i diğer. Ama benim asıl üzerinde durmak istediğim mesele gençler arasındaki bu mankurtlaşmanın nasıl gerçekleştiği.
Bütün bu olup bitenlerin kendiliğinden gerçekleşmediği herkesin malumu.
Eğitim sistemimizdeki sorunlar nedeniyle gençliğe yeterli bir millî bilinç aşılanamadığı açık ve seçik ortada.
Diğer taraftan yabancı devletler, vakıflar ve sivil toplum kuruluşlarının özellikle Türk gençliğini hedef alan çalışmalar yaptıklarını görüyoruz.
Verilen burslar, liderlik akademileri ve etkinlikler ile bu milletin gençlerinin devşirildiği ve bu millete karşı kullanıldığı artık bir sır değil.
Uzunca süredir sesiz sedasız ve sabırla gençliğin tarlasını sürenler emellerine büyük oranda ulaşmış görünüyor. 21. yüzyıl “Türkiye Yüzyılı” olacaksa bu mesele önümüzdeki dönemde en önemli meselelerimizden biri olmalı.