Geçenlerde, “Niçin ‘Evet’ diyoruz, niçin Avrupa’nın çıkarlarına göre hareket etmiyoruz?” sorularının tek bir karede cevaplanabileceği, politik vakıayı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren bazı fotoğraflar servis edildi biliyorsunuz.

Kadraj son derece berraktı: Nâmuhterem âlicünüp papa ve havarileri…

Avrupa bürokrasisinin necis çehreleri el pençe divan duruyordu papanın yanı başında…

Şahsım adına bu fotoğraflarda gördüğümü anlatayım:

Yüzyıllarca Engizisyon mirasyedicisi ruhani(!) serserilerin esiri olmuş Aydınlanma çocukları, “Sizi ancak pozitif düşünce kurtarır!’’ demişlerdi bize utanmadan. “Din, önünüzde duran bir engel; kenara ayırın!’’ diye haykırmışlardı. Biz de tatlı niyetine yemiştik. Yedirmişlerdi…

Ne zaman ayağa kalksak, ‘’Otur!’’, ‘’Sen bir az gelişmişsin!’’ demişlerdi. Bu adi yaftayla damgalamışlardı bizi. ‘’Siz daha iyi bilirsiniz.’’ deyip, kabul etmiştik. Ettirmişlerdi…

Çoluk çocuğa sarkıntılık etmeyi özgürlük addedip, abes eğilimlerden ötürü üremesini dahi beceremeyen sapkın bir medeniyet, bize nasıl medeni olunacağını göstermeye kalkmıştı senelerce…

Ve Vatikan oğlancıları… Bu teolojik figürler, demokratik(!) Avrupa medeniyetinin kılıcı olmuştu yıllar boyu. Bir yandan günah çıkarma odalarında damızlık oğlan kovalarken diğer yandan sevgi, saygı, hoşgörü masalları okumuşlardı. ‘’Duvarları yıkalım’’ derken, sınırda mülteci tekmeleyenlerin yaslandığı yıkılmaz duvar olmuşlardı. ‘’İnsanı merkeze alalım’’ derken, ellerinde kuruyan kan lekelerini gizleyememişlerdi. Hitler üzerinden popülizm eleştirisi yaparken, faşizmin sancaktarlarına el ayak öptürmekten geri kalmamışlardı…

Velhasıl…

Gâvur dekorasyonu bir haysiyet yeşermişti ruh filizimizde. Keyfiyetini inkâr eden bir tomurcuklanma zuhur etmişti…

Elimizden en güçlü silahımız; inancımız alınmıştı. Asırlarca en mukaddes davanın hizmetini ifa etmiş bu aziz milleti, bir asır önce sürgün edilmiş öz halifesine bile küfreder hale getirenler; kustukları irinleri papanın etekleri altına gizliyor ve pişkinlikleri nispetinde bu millete modernlik, özgürlük taslamaya devam ediyordu.

***

Benim için fotoğrafların sembolik muhtevası bu şekilde.

Fotoğrafları iyi okumamız, kompozisyonlarındaki derinliği iyi tanımlamamız gerekiyor.

Tarih şuurumuz kurtuluşumuz olmalı… Olan bitenin idrakine varmakla yükümlüyüz. Tarih sahnesinin dramatik üçgeni, iç etkileşiminde konumsal olarak hiçbir farklılık teşkil etmiyor. Kurban da kurtarıcı da suçlayıcı da aynı noktada. Sadece oyuncular ve dekor değişiyor…

Geberik Yahudiler’in güdümlediği Yeni Dünya düzenini reddeden Yeni Türkiye’yi kabullenemiyorlar. Ellerinden gelen her türlü üçkâğıdı çeviriyorlar, iftira atıyorlar, hatta vatandaş satın alıyorlar. Panik halindeler. Derin stratejileri bir süreliğine bırakıp, ‘’doldur-boşalt’’ taktiğine geçiş yapmış durumdalar. Türkiye’nin, üzerindeki sömürge kırıntılarını tamamen silkeleyememesi için son ana kadar mücadeleden vazgeçmeyecekler.

Fakat biiznillah başaramayacaklar!

“HAYIR’’ın altında yatan çirkin emellerini, bu milletin geleceğine bulaştıramayacaklar!