31 Mart artık bundan sonra sadece Abdülhamit’e karşı yapılan 31 Mart Vakıası ile anılmayacak. Çünkü ikinci bir 31 Mart Vakıamız var artık…
Yargının (YSK) kararı ne olursa olsun yaşanan hadise asla unutulamayacak kadar ciddidir. Başarısız bir darbe girişiminin ardından üçüncü yılı da uğurlamaya hazırlanırken, demokrasinin tecelligâhı olan sandıklara büyük bir organize saldırı yapıldığı görülüyor…
Bir hukuk devletinde herkes -Cumhurbaşkanı da dâhil- yetkisini kanunlardan alır… Kanun yapıcılar ve kanunları uygulayıcılar da bu durumdan vareste değillerdir…
Şayet mesele ortaya çıkan tabloda olduğu gibi binlerce sandık seçim kanununun verdiği yetkiyi aşarak liste dışından atanan kişilere teslim edilmiş ise bunun izahı olamamalı… Üstelik bu kişilerin bazılarının belirtilen görevleri yapması kanunen de uygun değilken…
Yargımız bu ülkenin bir hukuk devleti olduğunu, güçler ayrılığı ilkesi gereği bağımsız karar verme kudretine sahip olduğunu bütün dünyaya gösterecektir…
Büyükçekmece’de yaşanan skandal da, üzeri örtülemeyecek kadar vahimdir… Öyle inanıyorum ki tarih yargılamadan önce bugünün yargıçları tarafından yargılanacak ve herkese açık bir ders olacaktır… Bundan sonra bu ülkede böyle şeylere kalkışılamaması adına bu son derece önemlidir…
Bir seçmenin beş yılda bir kullanma hakkı olan iradesini kimsenin gasp etme hakkı olamaz… Konuyu bir istatistiksel veriye indirgeyemeyiz. Ya da meseleye “oy” soyutlaması üzerinden yaklaşamayız… Onların her biri duyguları, beklentileri, hayalleri olan bir bireye aitler…
Seçmenler oylarını o sandığa bırakırken, sandık kurulunda bulunan kişilere kendi iradelerini emanet ettiler… Bu emanetin ehlinde olduğunu bilmek her seçmenin en tabii hakkıdır…
Birileri “emanet”e ihanet etmiş ise bunun gereğini yapacak olan da yine yargımızdır… Geleceğe daha güçlü tutunabilmemizin yolu “adalet” duygumuzun yaşamasına bağlıdır… Bunu sağlayacak olanda yine yargımızdır…
Mevcut tablo gösteriyor ki birileri anketlere bakarak hareket etmiş ve aradaki farkın çok fazla olmayacağından hareketle de sandığı hedef almış… Kalan farkın sandıklardaki oynamalarla kapatılabileceğini düşünmüş…
Fakat bu hesabın bozulabileceğini hiç akıllarına getirmemişler anlaşılan… “En azından itiraz sürecinde biz bu ‘hırsızlığı’ kotarabilirsek hedefimize ulaşırız” diye düşündüler herhalde; “Kararlar kesinleşince de İstanbul’u almış oluruz…” Bu çok açık bir “kendini feda etme” halidir… Fakat kim için ve ne için?
Bu evsafta ki bir sandık operasyonunun ortaya çıkmama ihtimali olmadığına göre, bunu organize edenlerin kendilerini feda etmiş olmaları gerekir… Yaptıkları işin ne denli ağır cezalar gerektirdiğini bilmemeleri ya da bu konuyu araştırmış olmama ihtimalleri öyle zannediyorum ki düşünülemez…
Her bir oy için ya da her bir seçmen taşıma için ayrı ayrı cezalardan bahsediyoruz… Yani yüzlerce hatta binlerce yılla yargılanmak demek bu…
Bunu göze alabilecek, kendisini feda edebilecek bir “fedai” için çok önemli bir ideolojik hedef olmalı sanırım; karşılığı kendince “kurtuluş” olan…
Basit bir ideal için bunca ceza göze alınamaz… Bu ülkede özellikle ait oldukları ideolojiler ya da örgütler için kendilerini feda ederek millete ve onun devletine saldıranlar bellidir… Bu “sandık fedaileri”ni ararken, onlara bir de bu açıdan bakan bir göz eşlik etmelidir…
Bu 31 Mart demokrasimiz ve hürriyetimiz adına kaybedilmiş bir tarih olmayacak, bir öncekinin aksine… Tarih bu günü vicdanın ve adaletin zaferi olarak kaydedecek çünkü… İnancım ve beklentim odur ki adaletin ve millet iradesinin tecellisi yargımızın kararıyla da tescillenmiş olacak…