Allah’ın (cc) varlık ve birliğine, Muhammed (sas) in O’nun Son Nebisi olduğuna, İslâm dininin hak ve hakikat olduğuna inanan bir mü’min nasıl olmalı acaba?

Yaşadığımız dünya bambaşka bir hal aldı. Günden güne de hali değişiyor. Günah ve haramların açık ve normal hale gelmesi daha da ötesi günah diye algılanmaması çok vahim bir durum olarak ortaya çıkmaktadır.

Ne yapmalı, nasıl yapmalıyız Müslüman dünyası olarak?

Bir yanda açlığından bir deri bir kemik kalmış kardeşlerimiz, diğer yanda kilo vermek için doktorlara koşan Müslüman dünyamız…

Bir diğer tarafta ise her gün onlarca can veren, öksüz, yetim ve esir kalan, ırz ve namusları tasallut altında olan binlerce kardeşimiz…

Harâb olan Basra’mız, Bağdat’ımız, Kudüs’ümüz ve diğerleri… Öksüz kalan Mescid-i Aksa’mız… İlk kıblemiz…

Hepsi de yanan yüreğimiz…

Neden böyle olduk acaba? Allah’ın Kitabı ve Rasül’ünün Sünnet’ine ittiba etmediğimiz için değil mi?

Tabii ki öyle.

Biliyoruz ki Müslümanlar olarak onlara sarıldığımız müddetçe, sadece Müslüman mazlumlar için değil, gayr-i müslim mazlumlar için de ümit kaynağı idik. Ya şimdi?

ÖNCE HAVF GEREK

Allah korkusu olmalı ki günahlardan sakınalım:

“- O kimseler ki; (şüphesiz) onlar, Rab’lerinin azabından korkanlardır.” Mearic: 27

Hadid suresinde, Allah’ı zikretme ve kalbin havf duyarak yumuşaması yani gönülden gelen bir sevgiyle Rabb’e yönelme bir arada zikredilir. Bu, gerçekten, çok düşünülmesi gereken bir hakikattir:

“- İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen gerçek için kalplerinin saygıyla yumuşaması zamanı daha gelmedi mi?

Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” Hadîd: 16

Bu ayetler kalpleri titretir gerçekten. Biz acaba nasılız?

“-Rablerine olan saygıdan dolayı titreyenler, Rablerinin ayetlerine inananlar, Rablerine ortak tanımayanlar ve Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri titreyerek yapanlar; İşte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.” Mü’minûn: 57-61

“- Onlar ki, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler.” Mü’minûn: 3

MÜ’MİNLER ALLAH’I DOST TUTARLAR

“- Allah iman edenlerin dostudur. Zira onları, karanlıklardan kurtarıp, aydınlığa çıkarır.” Bakara: 257

Mü’min kimse hidâyetini, zulmetten nura ulaşmasını kime borçludur? Tabii ki Rabbine… O halde O’nun lûtfettiği bu hidayete karşılık, sadece yüce Mevlâ’yı dost edinmek gerekmektedir. Zaten ALLAH kulunu hidayete ulaştırmakla, ona dostluğunu izhar etmiştir.

Bu gerçeği idrak eden bir mü’min de şöyle der:

“- Şüphesiz ki benim velim o Kitab’ı indiren ALLAH’tır. Ve O, bütün salihlere de velilik eder.” A’raf: 196

Şimdi bakmak lâzım halimize! Ne haldeyiz ve nereye gidiyoruz? Dünya/dünyalıklar bizi ne hale koydu acep?

“ Mü’minler ancak kardeş” olduklarına göre, aynı zamanda birbirlerinin dostu da olmak mecburiyetindedirler. Ama dost olmaya aday olan mü’minlerin, bazı özellikleri olması gerekmektedir.

Bütün bunları belirten şu ayet-i kerime, gerçekten çok önemlidir:

“- Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Rasûl’üdür, iman edenlerdir. Onlar (o iman edenler) ki; Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.” Maide: 55

Allah’ın sevgili Rasûl’ü mü’minlerin dostu olduğu gibi, Allah’a (cc) kullukta gayret gösteren mü’minler de birbirlerinin dostudurlar. Bu kulluğun en önemli belirtileri ise; namaz kılmak ve zekât vermek olarak haber verilmektedir. Bir de şu ayetlere bakalım:

“- Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse işte onlar, zalimlerin kendileridir.” Tevbe: 23

“- Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. (Bunu yaparak) Allah’a, aleyhinizde apaçık delil mi vermek istiyorsunuz?” Nisa: 144

SONUÇ

Akıllı Mü’min kimdir o halde?

Kâinatın Efendisi bunu şöyle dile getirirler:

“- Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz, nefsini hevasına tabi kılan ve Allah’tan batıl şeyler arzu edendir.” R.Salihin: 66

Nefsi ile mücadele yapan insanlar tabii ki, büyük – küçük günahlardan ve hatta mekruhattan bile kaçınırlar. Meselâ; bize çok basit gibi gelse de; kıbleye karşı bile tükürmezler. Zira bu durum Efendimiz (sas) de vaki olmamıştır.

Bunlardan anlıyoruz ki; mü’minler Peygamberimizin mübarek sünnetine iyi yapışmalıdırlar. Zira hakiki bir mü’min olabilmek, günah ve şüpheli şeylerden kaçınabilmek, ancak bu yolla mümkün olacaktır. Zaten Cenab-ı Hakk kulunun haramları işlemesine asla razı olmaz:

“- Hiç şüphesiz Yüce Allah kıskanır. Allah Tealâ’nın kıskanması, Allah’ın kuluna haram kıldığı şeyi kişinin işlemesidir.” Buharî, Nikâh: 107 – Müslim: 2761.

Allah (cc) yâr ve yardımcımız olsun.