Türkiye ve Suud yönetimleri arasında, Mısır’da gerçekleşen kanlı darbe sonrası başlayan gerilim, Cemal Kaşıkçı cinayeti ile neredeyse kopma noktasına gelmişti. Ancak, her iki tarafa da hiçbir olumlu katkısı olmayan bu kopukluk, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile mevkidaşı Faysal bin Farhan ile geçen Kasım ayında başlayan görüşmeler ile nihayet çözüme doğru ilerliyor.
Nihayet diyoruz, çünkü Türk-Suud ilişkilerinin düzelmemesi yolunda her iki ülkede de yoğun faaliyet gösteren lobiler yüzünden, gerilimin bitmesini isteyenlerin sesi sürekli olarak bastırıldı. Suud’daki lobinin ardında İsrail’in olduğu çok açık. Türkiye’deki Suud karşıtı lobinin ise İsrail’in gizli müttefiki İran tarafından beslendiğini söylemeye gerek yok.
İKİ ÜLKENİN ORTAK ÇIKARLARI VAR
Suudi yönetimi, başta kendi ülkesi olmak üzere Körfez’de Arap Baharı sonrası artan Müslüman Kardeşler’in etkisini, varlığına bir tehdit olarak algıladığı için, Sisi’nin kanlı darbesini destekledi. Elbette ne Suud’un bu tavrı kabul edilebilir, ne de Türkiye’nin bu darbe karşısında sergilediği hakkaniyetli duruş eleştirilebilir.
Fakat iki ülkenin Suriye, Yemen ve hatta Libya başta olmak üzere, Ortadoğu’da çıkar birliği bulunuyor. Ayrıştığımız noktalar ise lobilerin ve medyanın gösterdiğinin aksine çok az.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, İran beslediği terör örgütleriyle sahaya inmeseydi ve Rusya’nın desteği olmasaydı Suriye’de Esad rejimi çoktan devrilirdi. Bugün Suriye’nin kuzeyindeki PKK varlığıyla da uğraşmak zorunda kalmazdık. Öyleyse, Suriye devrimin en ciddi finansal destekçisi olan Suudi Arabistan’la ilişkimizin zayıflaması, bize mi yoksa Sincar’daki PKK varlığını Haşdi Şabi aracılığıyla destekleyen İran’a mı yaradı?
Aynı şekilde Lübnan’da İran’ın uzantısı Hizbullah terör örgütünün ablukası altındaki Hükümeti güçlendirmek konusunda da Suud ve Türkiye’nin çıkarları örtüşüyor. Yemen’de İran destekli Husi teröristlerinin saldırısı altındaki meşru hükümeti ayakta tutmak konusunda da iki ülke aynı cephede bulunuyor.
Hatta Libya devrimi sırasında da Türkiye ve Suud, muhalifleri desteklemek konusunda aynı çizgide bulunuyordu. Bugün Libya’da bir mutabakat hükümeti kurulmuş ve çatışmalar durmuşken iki ülkenin çıkarlarını yeniden aynı noktada buluşturması mümkün görünüyor. İsrail’in kışkırtmasıyla Türkiye karşıtı eylemlerin odağında yer alan BAE’nin Hafter’e verdiği destek dahi, ikili ilişkilerin düzelmesiyle son bulabilir.
ÇIKARLARIMIZI ÖNCELEMELİYİZ
Körfez ülkelerinin Katar ile aralarındaki gerilimi bitirdiği ve anlaşma masasına oturduğu bir dönemde, Türkiye’nin Suudi Arabistan ile kavgalı bir görüntü vermesinin makul bir izahı var mıdır? İki ülke bu gerilim yüzünden ticari ilişkilerinde ciddi yaralar aldı. Sadece Türk inşaat firmalarının yatırım kaybının 3 milyar doları bulduğu ifade ediliyor.
Türkiye, “Irak ve Suriye’de beslediği terör örgütleriyle” karşısına çıkan İran yönetimine dahi uluslararası platformlarda destek verirken, pek çok alanda ortak çıkarı olduğu Suud ile neden yeniden iyi ilişkiler kuramasın? PKK’yı alenen destekleyen ABD’den, ya da katil Esad rejimini destekleyen Rusya’dan daha kötü bir müttefik midir Suudi Arabistan?
Ülkemizin Ortadoğu ve Arap dünyası üzerindeki nüfuz alanlarını muhafaza etmek ve geliştirmek, şımarık bir veliahtın ya da İsrail’in oyuncağı BAE şeyhinin kabul edilemez tavırlarına harcanabilir mi? Böyle bir lüksümüz yok.
Türkiye hem Suud’un vahhabilik propagandasına ve satın aldığı adamlar eliyle yaptığı faaliyetlere, hem de İran’ın ajanları vasıtasıyla çıkarlarımız aleyhine yaptığı çalışmalara dikkat kesilmeli. Fakat, iki ülkeyle de “bizim çıkarlarımız temelinde” ilişki kurabilmeli. Başarılı ve soğukkanlı diplomasi bunu gerektiriyor.