Suriye Devrimi Esed rejimine karşı birçok bölgede zaferler elde ediyor. Bu başarının temelinde alandaki vahdet/birlik yatıyor. Yakın geçmişteki başarısızlığın sebebi de, Batı devletlerinin, istihbarat örgütleri marifetiyle Suriye devrim güçlerinin alandaki birliğini önlemedeki etkin rolüdür. Zira, Esed rejiminin bertaraf edilmesi demek, Osmanlı Devleti yıkılırken İngiltere ile Fransa’nın Suriye’de oluşturduğu rejimin yıkılması demektir. Nitekim bu iki ülke uzun bir süredir Suriye’yi yakından izlemeye devam etmektedir. İşte bu sebepledir ki, bütünüyle Batı, Esed rejiminin ömrünü olabildiğince uzatmak için türlü girişimlerde bulunmaktadır.
Suriye’de bölünmenin kökleri Hilafet’ten ayrıldığı günlere kadar uzanır. O vakit sömürgeci devletler yeni bir fikir olarak bölgede etnik partiler kurmayı yükselen bir değer olarak takdim etmişlerdi. Sömürgenin kucağında doğan bu yeni grupların ihtilafı bu güne kadar etkisini sürdürmüştür. Hepsinin ortak özelliği sömürgeye alet olmalarıdır. Amaçları, Hilafet’ten ayrılan küçük devletlerin aralarındaki uyumu bozmaktı. Onlar için bu strateji, özellikle devrim ateşini yakan ve sömürgeye karşı savaşan İslamcı önderlerden kurtulmaları anlamına geliyordu.
O zamanlar Suriye’de çatışmanın kökleri Fransızların Suriye devletinin başında tanınmış müslüman şahsiyetlerden birinin bulunması konusunda baskı kurmasıyla başlamıştı. Kadılık yapan, yazar ve hoca Şeyh Taceddin el-Haseni, Suriye devletinin ilk cumhurbaşkanı kabul edilmişti. Bu zat, sömürgeye karşı savaşmış gerçek bir devrim lideri olan Şeyh Bedreddin el-Haseninin oğludur. Fransa, bütün hesabını bölge kabilelerinin ve ülkelerinin etrafında toplanacağını umut ettiği bu zatın üzerine yapmıştı. Ne var ki, bu hoca başkan kısa bir zaman sonra zehirlenerek öldürülmüştü. Cinayet zanlısı da çoğunluğun kanaatine göre İngiltere idi. Şam yöresinde oluşturulan bu farklı gruplar ordunun içine yerleştirildi. Böylece bu siyasi gruplar ordu içerisinde silahlı gruplara dönüşüverdi. Ardından uzun yıllar boyunca devam eden kanlı askeri darbeler birbirini izledi.
Fransız sömürgesinin nihayete ermesiyle Fransızlar, arkalarında yıkılmış ve paramparça olmuş bir ülke, zayıf bir ordu, birbiriyle çatışan gruplar ve liderler bırakmanın huzuruyla (!) Suriye’yi terk etmişti. Bu grupların ve liderlerin bir kısmı Fransa ile diğer kısmı da İngiltere ile bağlantılı idi. Kendi aralarında da çarpışan bu karşıt gruplar Cumhurbaşkanı Şeyh Taceddin el-Haseni’ye karşı müteaddit darbelere teşebbüs etmişti. Oysa el-Haseni, basın özgürlüğünü temin eden, küçük devletçiklere bölünen bölge halklarını birleştirmeye başlayan, mutabakat sağlayarak bir anayasa ortaya koymaya azmetmiş bir zat idi. O dönem bir başka açıdan da sıkıntılı bir dönemdi: Filistin İngilizlere ve Siyonist yerleşimcilere karşı çetin bir savaşa tutuşmuştu…
Suriye’de çatışmanın tohumları, daha Fransızlar çekilmeden önce atılmıştı. Çatışmaların ortak noktası, İslami güçleri yönetimden uzaklaştırmak ve ne pahasına olursa olsun siyasi kazanımlar elde etmek idi. Suriye’de bugün devam eden çatışmanın özü ve bölünmenin gerekçesi de aynen budur. İslamcıları yönetimden düşürmek ve onların bir daha yönetime katılmalarını engellemek hem İngilizlerin hem de Fransızların ortak emelidir. Bugün Amerika’nın da rol almasıyla aynı oyun yeniden sahneleniyor. İç çatışmalar organize ediliyor, Suriye parçalara bölünmek isteniyor. Esed rejimiyle hesaplarını kapatmadan önce bu iç çatışmaların derinleşmesini istiyorlar.
Realiteye baktığımızda sömürgecilerin gidişinden baba Esed’in rejimi ele geçirmesine kadarki dönemde Suriye’de siyasi bir istikrar yaşanmadığını görüyoruz. Ne var ki Esed rejimi Suriye’yi, tarihte eşine az rastlanır bir adam öldürme ve ölüm dönemine taşımaktan öteye gidememiştir. Esed yönetimi döneminde çatışma beşeri coğrafya alanına kaydırılarak gerek baba Esed gerekse oğul Esed dönemlerinde Suriye toplumu etnik ve mezhebi esaslara göre taksim edilmiştir.
Baba Esed döneminin en belirgin özelliği İslamcılara karşı verdiği büyük savaştır. 1981’de Hama, İdlib ve Halep’te on binlerce Müslümanı öldürdüler. Dönemin büyük devletlerinin gözü önünde, onların suskunluğundan da cesaret alarak bazı yerleşim birimleri yerle bir edildi. Hama’da yaşanan etnik temizliği ve toplu kıyımı hepsi bildikleri halde hiçbir büyük devlet sesini çıkarmadı. Hepsi bu faciaya sessiz kaldı. Aynen bugün Beşşar Esed’in tarihte benzeri görülmemiş suçlarına karşı sessiz kalmaları gibi…
Bugünün Suriye’si dünün Suriye’sidir. Gerçek kriz, Batı devletlerinin Suriye’de üstlendiği siyasi ve istihbari rollerdir. Onlar bugün Esed rejiminin ömrünü uzatmak için çabalıyorlar. Bunu da Suriyelileri teoride kalmaya mahkum, uygulanma ihtimali bulunmayan siyasi çözüm hayalleriyle aldatarak gerçekleştirmek istiyorlar. Tek arzuları savaş sürecini uzatabilmek. Bunun için de çirkin istihbarat faaliyetleriyle devrimcilerin arasını açmaya ve zaferin gerçekleşmesini engellemeye çalışıyorlar.
Suriye meselesinin Amerika ile Avrupalı ortakları tarafından çözülmesi mümkün değildir. Esasen, Amerika ve Avrupa bölgedeki hiçbir krizin çözümünde pozitif bir rol üstlenemez. Onlar bölgeye gelmeden önce zaten bütün bölge güvenlik ve huzur içinde bir arada yaşıyordu. Amerika ve Avrupa bölgeyi terk ederse, güven ve huzur bölgemize geri gelecektir.
Ne bugün ne de yarın, bölge ülkeleri rol üstlenmeden Suriye’deki krizin çözümlenmesi kesinlikle mümkün değildir. Meseleyi bir aşama ileriye taşıyarak bölge ülkeleri olaya müdahil olmalı ve böylece bütün kesimlerin hukuku garanti altına alınmalıdır. Olaya bir tek Avrupa devletinin bile müdahale etmesi durumunda çözüme ulaşılması söz konusu olamaz. Çünkü onlar bölgemizde hiç bir çözüm ortaklığına elverişli değildir.
Türkiye biricik konumunu daha derinden idrak etmek durumundadır. Suriye’de gelecekte ortaya çıkacak herhangi bir çözüm önerisinin garantörlüğünü ancak Türkiye üstlenebilir. Çünkü bu ülkenin yetkililerinin elleri temizdir, kanla kirlenmiş değildir. Suriye’de bütün kesimlerin razı gelebileceği tek seçenek budur…
Çeviri: Fethi Güngör