Batı’da devletin gücünün sırrı etnik ve kültürel çeşitlilikte aranacaksa, Doğu’nun zayıflığının sırrı da etnik ve kültürel çeşitliliğin doğurduğu kesintisiz kaygıda ve herkesi tek bir toplumsal yapıda barındırabilen bir devlet sistemi kuramamasında aranmalıdır. Doğu hâlâ kabile zihniyetiyle düşünmekte ve insanlık nüfusunun ziyadesiyle artmasına rağmen devleti de kabile ya da eski imparatorluk yöntemiyle kurmaktadır. Mesela Mısır’ın nüfusu 200 yıl önce 4 milyondu, günümüzdeyse 100 milyona yaklaştı. Diğer ülkelerin de benzer şekilde nüfuslarının arttığını görüyoruz.
Doğu’nun en bariz krizi, toplumların eylem mekanizmaları için açık idari yapılara ya da programlara sahip olmamasıdır. Başkent, diğer tüm kentlerin en basit meselelerine bile müdahale etmektedir. Çünkü devletin yapısı tek bir şahsa bağlı olarak kurgulanmıştır. Bu model geçmişte mümkündü ancak günümüzde bunun işe yaraması mümkün değildir. Bunun sebebi sadece insan nüfusunun artması da değildir. Zira insanlığın ihtiyaçları çok daha büyük çapta artış göstermiştir. Bu ihtiyaçları karşılayabilmek için Batı’da partiler, kurumlar ve belediyeler oluşturulmuştur. Oysa bu kurumlar Doğu’da, çoğu zaman hayatın akışını karmaşık hale getirerek ilave bir yük ve sıkıntıya yol açmaktadır. Çünkü bizler henüz iktidar meselesini ve vatandaşlık haklarını içselleştiremedik. Bu yüzden de siyaset bazen hangi yola asfalt döküleceğine bile müdahale etmektedir.
Dolayısıyla, Doğu’da devletin yasal tanımına uygun; orduları, ulusal marşları vb. göstergeleri olan düzinelerce ülkeye sahibiz. Ancak insani tanım açısından bunlar sadece, kurumları uygulanması zor çarpık bir anayasaya dayalı nakıs birer devletten ibarettir. Son savaşlardan önce de yüz binlerce insanımız Lübnan, Suriye, Mısır ve Körfez Ülkeleri gibi devletlerde vatandaşlık edinme hakkına sahip değildi. Bu kötü duruma şimdilerde son savaşların ve ilticaların beraberinde getirdiği yeni sıkıntılar da eklenmiş oldu. Bütün bunlar Doğu’daki devleti daima nakıs devlet konumunda bırakmakta ve Doğu bilincini yeniden üretmeyi zorlaştırmaktadır. Dünyamızı kuşatan çeşitli büyük çaplı krizlere rağmen Doğu hâlâ değişimin mümkün olup olmadığına dair entelektüel bir tartışma ortamında yaşamaktadır. Kültürel çatışma aynı ülkenin evlatlarını kasıp kavurmaya, insanları ırk, kavim ve mezheplere göre bölmeye devam etmektedir. Özellikle İslami akımların çoğalmasıyla birlikte manzaranın daha da karmaşık hale geldiğini görmekteyiz. Daha önce de değindiğimiz gibi Doğu’da siyaset alanında ortak fikrini değil alternatif fikrini benimseyerek yaşamaktayız. Çünkü başkalarına egemen olma, onları ezme ve dışlamaya dayanan kabile davranışları içimize kök salmış durumdadır.
Doğu’da kendi vatandaşlarını insan kabul edip onlara insanca davranmayan devletler mültecilere bu muameleyi nasıl reva görebilir ki? Dolayısıyla Doğu bilincini yeniden üretme meselesi (bir süre daha) çözümsüz kalmaya mahkûmdur. Bu durumda siyasi partiler sadece birer dekorasyon malzemesi olmaya, devletler vatandaşlarını ülke bayrağı, ulusal marş ve kurucu liderler gibi insanlardan daha kutsal şeylerin varlığına ikna etmeye, insan ise önem sıralamasında en sona kalmaya devam edecektir.
Çeviri: Fethi Güngör