Sudan’da yolculuğumuz devam ediyor. Dostlarımız çöldeki piramitlerden bahsediyorlar. Süveyş’e yakın kıyılardaki resiflerden bahsediyorlar. Ülkenin turizm potansiyelinin yüksekliğinden ancak, iç savaşın ve batık ekonominin etkisiyle cennetin üzerinin kumlarla kaplandığını anlatıyorlar. Bir ülke garipse, dünyanın en şaşırtıcı zenginliklerine sahip olsa dahi göze görünmez oluyor. Tıpkı Sudan’ın açlarının ve yetimlerinin görülmediği gibi.

Böyle ziyaretlerde çarşı pazarı görmek her zaman mümkün olmaz. Piknikten sonra arkadaşlarımız bir bir alışveriş merkezine götürdüler. Ülkeye has hediyeliklerin olduğu dükkanlara uğradık. Ağır kokular, timsah derisinden hediyelikler, bastonlar vs… Birçoğu Mısır’dan gelmiş olan hediyelik eşyalar, ülkede sıkça giyilen cillabelerin pahalılığı, derken yine yollara düşüyoruz. Ama alışveriş merkezindeki dükkanların dünyanın her şehrinde aynı olduğunu görmek ve dünyanın dev bir köy olduğunu hatırlamamızı sağlıyor. Hint’ten, Suud’dan, Amerika’dan, Türkiye’den dünyanın her yerinden ürün vardı mağazada. Dünya işte, şaşırtmıyordu iş ticarete gelince.

DÜNYANIN EN ŞAŞIRTICI ZENGİNLİKLERİNE SAHİP

Dostlarımız çöldeki piramitlerden bahsediyorlar. Süveyş’e yakın kıyılardaki resiflerden bahsediyorlar. Ülkenin turizm potansiyelinin yüksekliğinden ancak, iç savaşın ve batık ekonominin etkisiyle cennetin üzerinin kumlarla kaplandığını anlatıyorlar. Daha Keops, Kefren, Mikerinos yapılmadan yüzlerce yıl önce Sudan topraklarında yapılmış yüzlerce piramit var ve bu piramitlerin çoğu ilk günkü gibi sağlam duruyorlar. Ancak ulaşımın zor olduğu, güvenlik sıkıntıları nedeniyle özel izinle gidilebiliyor. Bir ülke garipse, dünyanın en şaşırtıcı zenginliklerine sahip olsa dahi göze görünmez oluyor. Tıpkı Sudan’ın açlarının ve yetimlerinin görülmediği gibi.

BİR KATLİAM ASLA KUMLARLA ÖRTÜLEMEZ

Kaldığımız otelde, ulusal müsabakalar için gelmiş olan futbolcu çocuklar var. Aşırı gürültücü, sürekli gülen, iyi beslenmiş bu gençler de Sudanlıydı. Lobide Avrupalı ya da Batılı diyebileceğim müşteri sayısı hayli azdı. Bunun nedenini sorduğumda Batılıların daha çok Darfur’a gittiklerini söyledi arkadaşlarımız. Bu arada Darfur hakkında yapılmış en ciddi film Ömer el Beşir ve Sudan Araplarını suçlu göstermek için manipülasyon filmi olmakla birlikte; günlük yaşam, iklim, insan yapısı hakkında iyi bilgiler vermektedir. Belki de siyasi olarak tek doğru, siyah-Arap çatışması olabilir. 2009 yılı yapımı Darfur’a Saldırı filmi yine de görülmeye değer. Zira, bir katliam asla kumlarla örtülemez. Bunu kim yaparsa yapsın! Ki, her şeyin en doğrusunu Allah bilir ve sinema sektörü işine geleni mazlum gösterir.

GÜLÜŞ SESLERİ MOTOR SESİNİ BASTIRIYOR

Tuk Tuk, Rikşa, Zarenc… Yük ve insan taşımaya yarayan bu üç tekerli araçlara Hartum’da Tuk Tuk deniliyor. Hindistan, Pakistan, Afganistan’daki benzerlerinden farklı olarak güçlü bir motoru ve daha geniş bir römorku var. Eğer bir evde bir Tuk Tuk varsa, orada geçim sıkıntısı kalmıyormuş. Hatta, başka bir aileye daha bakacak kadar gelir elde edilebiliyormuş. Bu sebeple Hartum İHH, yetim ailelerine bir de Tuk Tuk Projesi bağlatmışlar. Nil’in üzerinden geçerek vardığımız eski Hartum, yeni adıyla Ommdurman’da dört aileye Tuk Tuk hibe ediyoruz. Ailecek gelen yetimleri römorklara bindirip proje alanında tur atıyoruz. Gülüş sesleri Tuk Tukların motor sesini bastırıyor. Orada ilk kez bir sokak satıcısından alışveriş yapıyorum. Patlamış mısır dünyanın her yerinde aynı; Afrika dahil. Bir sokak çocuğu, ismi Muhammed, peşimizden ayrılmıyor. Şekerler, oyuncaklar vermemiz yetmiyor, inatla ve sabırla bizden para istiyor. Sanırım bir parçam da Muhammed’in yanında kaldı. Oradaki alış-veriş merkezinin önünde bekliyoruz, iki kara yüzlü çocuk.

SUDAN’I İHYA EDECEK MUCİZEVİ IRMAK: NİL

Bir şehri tanımanın, hatta insanı tanımanın en gizli ama en doğru yollarından biri çöpüne bakmaktır. Hartum’un çöpü meydanda. Günahı meydanda. Gücü Nil kadar meydanda. Ama ne Nil’i ne de sokaklardaki o çöpleri tutup kaldıracak mecali var insanların. Oysa ara sokaklara girdiğinizde saraylar, kaşaneler, modern apartmanlar var. Güç ve zenginlik şahsileştiğinde bencillik ve fakirlik artar. Öyle de olmuş.

Tuk Tuk dağıtımından sonra Nil kenarına geliyoruz. Tam da Mavi Nil ve Bayaz Nil’in buluştuğu yere… Şehrin ortasında sanki bir deniz var. Yolculuğun sonuna yaklaşıyoruz. Sezar’ın, Kleopatra’nın, Firavun’un, Hz. Musa’nın, Hz. Yusuf’un da dokunduğu bir suya dokunuyorum; onlar kadar derin olmasa da bakıyorum tüm Sudan’ı ihya edecek olan o mucizevi ırmağa… Sanki bir şeylerin üzerini örtüyor Nil. Sanki yalan bir çağda yüzünü göstermek istemeyen bir gerçek gibi, yüzü yerde akıp gidiyor. Tam birleşmenin olduğu yerde milyonlarca pınar kaynıyor. İçin için kanıyor…

Nil kanıyor, ben kanıyordum. Hatta hayat yeterince kandırırken, kanadığımın farkına varmıyordum. Ve göstericiler şehrin farklı yerlerinde yollarda lastikler yakmaya başladıklarında Nil kenarındaki çay bahçesinden ayrıldık.

CENNET ÇOCUKLARI YÜZÜMÜ BOYADILAR RENKLERİYLE 

Sokakta kahve satan kadınlardan, kadın eğitim merkezindeki yetim annelerinden (iki yüz yetim ailesine kurban dağıtımı yaptığımız muhteşem bir eğitim kompleksi ki anneler için muhteşem bir fırsattı), Hartum bahçelerinde oyun oynadığımız yetim çocuklardan, güldükçe dünyanın ısındığı yüzleriyle o güzelim çöl köylerindeki çocuklar, eşek sırtında bize bakan kız çocuğundan, sessizce Hartum kenarındaki mezarlıklarda yatan Müslüman ve Hristiyan ölülerden, Şeyh Abdulhamid’den, içi boş meyveleri olan ağaçlardan geriye ne kaldı? Gerisini anlatmayacağım. Zira, yol, beşeri insan yapar. Konuşanı susturur. Koşanı yavaşlatır.

Çöle gittim. Yetimlerin o bitimsiz hazinesinde bir hafta yaşadım. Ve gerçek dediğimiz dünyaya düşmüş olmanın acısıyla, çölleşen dünyamızda Hartum sokaklarında buz gibi bir bardak hibiskus çayı içmeyi özlüyorum.

Evet, cennete dokundum ve cennet çocukları yüzümü boyadılar renkleriyle. Sanırım o boya içime işledi.