Türkiye, Suriye rejimi ve müttefiklerinin katliamlarından kaçan yüz binlerce masum insana kucak açarak insani bir tavır ortaya koymuş ve Müslüman olmanın gereğini yapmıştı.

Bu onurlu tavrından dolayı sadece ölümden kaçıp ülkemize sığınanların ve Suriye’deki akrabalarının değil, dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan milyonlarca insanın gönlünde taht kurduk.

Fakat yapılan iyilikler ve inşa edilen olumlu imaj, birtakım yanlışlar ve üç-beş çapulcuya engel olamama sebebiyle tamamen çökmek üzere.

Suriyeli mazlumlara kucak açma işinin sonu -korkarım ki- iyi olmayacak.

Türkiye’nin millî güvenliğini ve kendi sorunlarını öncelemesinden daha doğal bir şey olamaz.

Ancak bir sorunu çözmenin yolu başka bir soruna yol açmak ve yapılan iyilikleri çöpe atmak mı olmalı?

Tabii bir de bu şekilde çözeceğini sandığın sorunu çözememe ihtimali var.

Peygamber Efendi’mizin (as) “Ameller/işler sonlarına göre değerlendirilir.” mealinde bir hadisi var.

Kötü başlayan bir iş, yerinde müdahalelerle iyi sonuçlanabileceği gibi; iyi başlayan bir iş de yapılan yanlışların ardından kötü bir şekilde sona erebilir.

Suriyeliler başta olmak üzere mülteciler ve göç politikasında -ne yazık ki- birçok yanlış yapıldı.

Mülteciler ve vatandaşlar arasındaki ilişki Mekkeli Müslümanların Medine’ye hicreti sonrası ortaya çıkan “kardeşlik ilişkisine” benzetildi.

İyi niyetle yapılmış olsa da bu söylem doğru değildi.

Çünkü ne biz ensardık ne de onlar muhacirler.

Sonra “Onlar misafirler, yakında gidecekler.” denildi.

Bu söylem de fanatik ırkçıların “Misafirlik çok uzadı, artık bir an önce bitsin.” sloganını ve Suriyeli mültecilerin varlığını “acilen kurtulunması gereken bir kötülük” gibi göstermeye çalışan algıyı besledi.

Oysa misafir kendi iradesiyle gelir ve dönüp gideceği bir evi vardır.

Rejim güçlerinin ve müttefiklerinin katliamlarından kaçan insanların “Geç oldu, bize müsaade.” deyip, çıkıp gidebilecekleri evleri yok.

Halep’in ve birçok yerin demografik yapısı değiştirildi.

Beşşar Esed ile görüşüp anlaşmak; İranlıların, Lübnanlı ve Afgan Şii milislerin ülkelerine dönen Suriyelileri “Hoş geldiniz” diyerek karşılamalarını, Suriyelilerin yokluğunda gasbettikleri evleri ve toprakları sahiplerine geri vermelerini sağlayacak mı?

Suriye’deki gelişmeler ve Beşşar Esed’in özel danışmanı Luna eş-Şibil’in İran Devrim Muhafızları Ordusu tarafından İsrail lehine ajanlık yapmakla suçlanıp Şam’da sorgulandıktan sonra öldürüldüğüne dair haberler, rejimin istese bile bunu yapacak gücünün olmadığının göstergesi.

Türk askeri Suriye’de -ırkçıların iddia ettiği gibi- “Suriyelilerin anasını, bacısını korumak için” bulunmuyor.

Askerlerimiz çekildiği anda rejim güçleri, Şii milisler, İranlılar ve Ruslar bölgeye saldıracaklar.

Böyle bir saldırı Türkiye’ye doğru yeni ve çok büyük bir göç dalgasına yol açar.

PKK/YPG’nin de sınırlarımızda terör koridoru inşa etmek için askerlerimizin çekilmesini dört gözle beklediği sır değil.

İşte Türk askeri, sınırın ötesinde böyle şeyler yaşanmasın diye var.

Daha da ötesi devrimciler, Türkiye’nin Suriye topraklarında gerçekleştirdiği tüm operasyonlarda terör örgütüne karşı ordumuzla birlikte savaştılar ve çok sayıda şehit verdiler.

Bu birlikteliğin bozulması her iki tarafın da aleyhine olur.