Dünya Savaşı deneyimi başıboş bırakılacak bir dünyanın milletleri çok tehlikeli sonuçlara götürebileceğini yeterince ağır bir bedelle öğretti. Ölü, yaralı ve kayıplar dahil kabaca iki yüz milyon insan etkilendi.

İngiliz deneyimi üzerine basarak daha kompleks bir sömürge düzeneğinin inşası için NATO ortaya çıkarıldı. Sanki atom bombasını Japonya’ya kendileri atmamış gibi kabaca elli yıl Ortadoğu ve Asya ülkelerini işaret eden inzibat tedbirine NATO ismini verdik. Komünizm işin bahanesi oldu.

Sanayi devriminden sonra sömürgeciliği öğrenmiş olan Batı, Atlantik Paktı ile bu iktidarı korumak istiyordu nitekim. Malum koşullar nedeniyle 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan dengelerden ne yazık ki uzak kalamadık. Coğrafya kaderdir, kaçamazsınız.

Dolayısıyla da vize krizi olarak görünen kriz elbette vize meselesinden ibaret değildir. Açıkça da söylediler.

Gazeteler, Türk yetkililerin bugün yaşananların gelmekte olduğunu üç hafta önceden gördüklerini, ABD Senatosu’na yapılan bir ziyarette geçmişte Türkiye’nin hakkını savunmak için elinden gelen çabayı gösteren bir senatörün “Siz boş verin başkalarını kazanmayı; şu dönem beni kaybetmemenin yolunu bulun” dediğini aktarıyor.

Geçtiğimiz salı, grup toplantısı sonrası Bakan Numan Kurtulmuş“İlk kez ABD, NATO müttefikinin vatandaşlarını doğrudan hedef alıyor. Astana sürecinin başlamasından beri rahatsızlardı. Bu onun yansıması.” değerlendirmesini yapıyor.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi kendisine verilen Türkiye’deki son misyonunu giderayak yerine getirmiş oldu. Yaptığı küstahça açıklama pek çok şeyi akla getirecek boyutta. Türkiye’de 9.5 aydır DAEŞ’in terör eylemi yapmadığını bunun ABD-Türkiye işbirliği nedeniyle olduğunu iddia ediyor.

Bu tepkiyi, diplomatik sıfatı olmayan bir görevlinin tutuklanması ile izah edemeyeceğini Washington da görevi sona eren elçi de çok iyi biliyor. Bu tutuklamaların devam edebileceği kaygısı da izah için kanaatimce yeterli değil.

Meselenin arka planı Bakan Kurtulmuş’un da çok açık biçimde belirttiği gibi Astana süreci. Washington, yıllardır sınırlarımıza yönelmeyen DEAŞ eylemlerinin başladığı tarihleri ve bugünden sonrasını Astana süreci ile ilişkilendirilmesini ima ederek aslıda çaresizliğini de itiraf etmiş oluyor.

Yakın tarihte yaşadıklarımız tekrar cereyan ediyor. Şimdi tersinden bir soğuk savaş süreci işletilmek isteniyor. Dünyada güç el değiştirdi. Adı tam olarak konmasa da yeni bir pakt kuruldu. En azından Suriye ve Irak’ın kaderi konusunda Atlantik bloğunun söyleyeceği bir şey kalmadı. İngiltere çekildi, AB kendi sorunlarını çözebilecek durumda değil. Soğuk savaşın hazırladığı ambargo koşullarını Batı’dan farklı değerlendiren Asya ülkeleri yeni kabiliyetler geliştirdiler. Ekonomik krizler ve sosyal buhranlar buralarda farklı şekilde kontrol edilebiliyor.

ABD güç ve itibar kaybetti ve yavaş yavaş arazilerden çekiliyor. Suriye semalarında aylardır uçamıyorlar. Ellerindeki YPG kartı da eski işlevinde değil. Şimdilik Trump imajının büsbütün bozulmaması adına ABD’nin bölgedeki eski oyuncaklarla oynamasına izin veriliyor desek yanlış olmaz. Aksi halde eski Amerika’nın hırçınlıkları ilave bir maliyet hesabı gerektirecek. Şimdilik buna lüzum yok. Çünkü Trump’ın kaçacak bir yeri yok. Ama hırçınlıklarından bizim konumumuzdaki ülkeler de nasibini alacak.

Biz bu denklemde kolay bir yerde değiliz. Bu derin yarılmanın tam ortasında görünüyoruz. Bir tarafta elli yıllık işbirliği var diğer tarafta da yeni bir güç. Yönünü iki yüz yıldır Batı’ya dönmüş bir toplumun kolay bir manevra yapabilmesi mümkün değil. Ayrıca dünyanın dengelerini değiştirme niyeti ile elini ovuşturan Avrasya bloğunun da insanlık için yüksek bir idealde buluştuğunu söyleyemeyiz. Görünen o ki tıpkı 2. Dünya Savaşı sonrasında yaşandığı gibi yeni bir soğuk savaş başlatmak isteyenler işe koyulmuş durumda. Biz ise gelecek on yıllarımızı etkileyecek bu süreci en sağlıklı biçimde yönetmekle mükellefiz…