“Cengiz Han Temuçin filminden alınan, Arslanbek Sultanbekov’un dombıra eşliğinde söylediği parçanın arka fonda çaldığı o destansı sahneyi bilmeyenimiz yoktur: Cengiz Han’ın en cesur ve cengâver bir avuç süvarisi, düşman birliklerinin üzerine bir ip gibi dizilerek ölümüne atılır. Yüzleri kapalı savaşçılar, bir kartal asaleti ile kollarını iki yana açıp atlıların arasını yırtarak geçer. Sonra arkalarına koca orduyu takarak geriye çekilirler.

Kameranın açısı değişir: Çekik gözleri, kararlı ve soğuk bir yüz ifadesiyle olanları izleyen Cengiz Han’ın el işareti ile bir okçu, işaretli okunu yayından bırakır. Okun düştüğü yer, düşmanın yok edileceği alandır. Cengiz Han’ın süvarileri, bu kez düşmandan ölümüne kaçmaktadır. Okçuların menziline girdiklerinde, kendi kardeşlerinin yaylarından çıkan binlerce okun hedefi olurlar. Göğüslerini delen kardeş oklarının açtığı yaralarla atlarından bir bir düşerler. Yüzleri kapalı olduğu için,görevlerini yerine getirmiş olmanın verdiği memnuniyeti ve huzuru seyirci göremez. Zaten sahnenin vuruculuğu da buradadır; yüzlerini bile görmediğimiz bu savaşçıların canlarını feda etmeleri karşısında burun kemiklerimiz sızlar ve gözlerimiz yaşarır. Çok sarsıcı ve bir o kadar da başarılı bir sahnedir. Çünkü insanın kendini feda etme cesareti göstermesi, karşısındakilerde gizli ya da açık her zaman bir takdir ve saygı hissi uyandırır.

Aynı duyguları Çöl Aslanı: Ömer Muhtar filminde; mücahitlerin, işgalci İtalyan tankları karşısında ayaklarını bağlayıp cihada devam ettikleri ve tank paletleri altında ezilerek şehit oldukları sahnede de hissederiz. Sinematografiye burada bir noktalı virgül koyalım.

On gün kadar önce İmam-Hatip Lisesi mezun derneklerinin çatı kuruluşu olan ÖNDER, yeni logosunu tanıttı. Tanıtımla birlikte yarım asrı aşan bir mücadelenin kısa tarihçesini tekrar hatırlamış olduk.

Söz konusu mücadelenin son safhası olan 28 Şubat sürecinde yaşananlar, tüm çıplaklığıyla arşivlerde yerini korumaktadır. İmam-Hatip mekteplerini mücadelenin “okçular tepesi” olarak gören milletin cefakâr evlatları, bu kurumları açık tutmak için takdire şayan bir gayret gösterdiler. “Kardeş okların menzilinin dışında” ve “tank paletleri bölgesinde”maddi-manevi çok kayıplar verdiler. Analar kızlarını, babalar oğullarını “Ama hiçbir şey olamayacak, yazık değil mi çocuğuna!” serzenişleri arasında, İbrahimî bir teslimiyetle ve “bir şeyler olsun!” ümidiyle İmam-Hatip okullarına kaydettiler. Oğullarda ve kızlarda ise İsmailî bir vakar ve adanmışlık makes buldu. Üniversite kapılarının kapalı olduğunu bile bile aşındırdılar okul yollarını ve lise yıllarını. Hayatlarının baharında maruz kaldıkları zulüm de cabası.

Sonra içlerinden bir “önder” çıkıp zulme son vermeye azmetti. Suret-i haktan görünen kalemler bile köşelerinden koro halinde,“İmam-Hatip neslinin ömrünü tamamladığını ve dirilmesinin imkânsız olduğunu” dile getirdiler. Ancak İmam-Hatip davasının isimsiz kahramanları, mücadeleyi okların düştüğü menzile çekmeyi başarmıştı. Geriye beklenen bir el işareti kalmıştı…

Şimdi bir milyonu aşan sayısı ile İmam-Hatip öğrencileri, tıpkı marşlarında söylene geldikleri gibi “milletin hizmetinde çift kanatlı” yol alıyorlar. Bizim ümidimiz ise yine marşlarında vaat ettikleri “Hamza gibi, Ömer gibi, Ali gibi diri” olmaları.

ÖNDER’in“Nitelikleriyle Köklü, Yenilikleriyle Öncü” başlığı ile tanıttığı yeni logosunun lansman programında, yanımda bulunan İmam-Hatipli dostlarımdan biri bana şu ayetleri hatırlattı:

…Yine yola koyuldular. Nihayet bir şehir halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Halk onları konuk etmek istemedi. Derken orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. Adam hemen o duvarı doğrulttu. Mûsâ, “İsteseydin bu iş için bir ücret alırdın” dedi.  (Kehf Suresi, 77)

… Duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları da iyi bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını istedi. Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur. (Kehf Suresi, 82)

Müslümanlığı sebebi ile nice zulümlere dûçar olmuş bu milletin evlâdının, gözyaşları eşliğinde yaptıkları dualar, duvarın yıkılmasına mâni olmuştur. Şimdi ümmetin yetimleri, ellerindeki definenin her kuruşuna, hak ettiği değeri verecektir/vermelidir. Meğerki şehir halkı, bir vakit onları konuk etmemiş olsun. Bu da sizin lansmanınızın tevili olsun, benim de ecdâda ve ahfâda dair ilk yazım…