“Üç çocuklu ve 14 yıllık evli iken eşimden ayrıldım. Ciddi huzursuzluklarımız ve kavgalarımız vardı. ‘Böyle devam edeceğine bitsin’ dedim. Oysa, bitirmek tek seçenek değilmiş. Bir de, ‘Böyle devam edeceğine, daha iyi olarak devam edebilmek için, ben ne yapmalıyım, ben ne yaparsam ya da ne yapmazsam evliliğim daha iyiye gider?’ sorusunu sorabilirmişim. Oysa hiç bu soruyu sormadım. Hatta, kendi haklılığıma o kadar inanmıştım ki, ‘Niye ben bir şeyler yapayım, o haksız, o bir şeyler yapsın’ dedim hep.
Çocukluğunda, anne babalarından doğru bir eş ilişkisi görerek, yuvasında onu modelleme şansı ne yazık ki ikimizde de yoktu. Huzursuz ve sürekli kavga eden anne babalarımız vardı. Danıştığımızda bile, bizi daha çok kavga etmeye iten sözler söylüyorlardı. Nasıl daha iyi olabiliriz diye ne bir kitap okuduk, ne de bir aile danışmanına gittik. Hep kendi penceremizden baktık ve hep kendi haklılığımız çerçevesinde konuştuk.
Şimdi düşünüyorum da, eşim aslında uysal ve iyi bir insandı. Fakat ben, eleştiri kültürüyle ve beklenti fazlalığı içinde büyüdüm. Nerede eksik var onu gördüm. Evliliğimizin ilk yıllarında, eşini güler yüzle karşılayan, evde onu küçük sürprizlerle mutlu eden, boynuna sarılıp öpen bir eştim. Fakat çocuklar olduktan sonra, sanki her işimde bana yardım etmek zorundaymış gibi, sürekli ‘Ben bunaldım bana yardımcı olmuyorsun.’ diye çıkışmaya başladım. Eşim bir şeyler yapmaya çalışıyordu ama ben yaptığını beğenmiyor, yeterli bulmuyor ve yorgunluğumun hırsını ondan çıkarıyordum. Annesine ayrı kendisine ayrı sinir oluyordum ve giderek hiç hoşgörüsü ve sabrı kalmamış bir eşe dönüşmüştüm.
Daha da önemlisi, ‘Eşim saygı duymayı hak etmiyor.’ diye düşünüyordum. Oysa böyle düşünmek ve bilgi yoksunluğumdanmış. Saygıyı önce insanın kendisine duyması gerekiyormuş. Saygı olmayınca sevgi korunamıyormuş. Benim bütün hırçınlığıma ve evlendiğimiz zamanki nezaketimi tamamen kaybetmiş olmama rağmen, ben giderek eşimi ve annesini cezalandırmak için boşanmaktan söz etmeye başladım. Eşim bir kere bile ağzına almamıştı. Anne babama öyle bir anlatıyordum ki, onlar da, ‘Maden dayanamıyorsun, ayrıl o zaman.’ demeye başladılar. Bu huzursuz ortamdan çocuklar da çok zarar gördü, hiç yoktan yere huzursuzluk çıkarıyor ve birbirleri ile geçinemiyordu.
Neticede, ben ayrılalım diye o kadar direttim ki, ayrıldık. Başlangıçta ‘Kurtuldum’ diye çok sevinmiştim fakat bu sevincim uzun sürmedi. Çocuklar babalarını özledikçe daha sorunlu olmaya başladılar, arada bir görüşmeleri yetmiyor ve yeteri kadar bir şeyleri paylaşamıyordu. Ben aile hayatını özlediğim halde gurur yapıp ‘Yeniden başlayalım, ben hata ettim.’ diyemedim. Eşim kısa süre sonra evlendi ve şimdi çok mutlu bir yuvası varmış. Eşi ona çok değer veriyor el üstünde tutuyormuş. Bunu ben de yapabilirdim fakat bilmiyordum, öğrenmemiştim ve aile hayatını daha iyiye götürecek stratejilerden habersizdim.
Şimdi, bundan sonraki hayatımı doğru bilgi ile yönetmek için çok çaba harcıyorum ve ne yazık ki yuvamı harcadıktan sonra bunu öğrendim. Rabbim bunda sonrasını daha iyi yapsın inşallah.”