Ama, verilen direktif ve sözler gereği bu idâm hükmü yerine getirilmeyecekti.
Ve Öcalan, İmralı adasında yıllarca generallerin elinde tutulacak ve onların dikte etmeye çalıştıkları çerçeve içinde PKK liderliğini sürdürmeye çalışacaktı. ’Derin Devlet’in egemen güçleri de, saltanatlarını İslamî eğilimli kesimler arasına kavmiyetçilik tohumu ekerek sürdürmek ve toplumu bölünme ve irtica adını verdikleri umacılarla korkutarak yönetme metodlarına yeni bir nefes kazandırmak istiyorlardı.
Sosyal bünyedeki değişim uzun süre doğru okunamadı..
Düşünülsün ki, 10 yıla yakın bir süre, MİT Müsteşarı bile Öcalan’la görüşmek istediği zaman, Bursa Garnizon Komutanı’nca kendisine izin verilmeyecekti. Öcalan ise, ‘AK Parti’nin iktidara gelmesiyle, kemalist Cumhuriyet’in sona erdiği ve yerine tarikatlar ve takunyalılar cumhuriyetinin geldiği‘ gibi, daha çok kemalist-laik çevrelerin ve bir kısım generallerin söylemlerini tekrarlıyordu.
Ancak, Erdoğan’ın gücünü arttırması ve askerî vesayet heveslilerini geri oturtması ve güvendiği ellere teslim ettiği MİT’i devreye soktuktan sonra Öcalan, ülkede iktidar odaklarındaki değişiklikleri farketmeye ve yeni bir yol izlemeye başladı ve Türkiye Hükûmeti ile süren uzuuun müzakerelerden sonra, nihayet 28 Şubat 2015 günü PKK’ya bir kongre yapıp silahlı mücadeleye son vermesi kararı alması çağrısında bulundu.
Eski deyimle, mütareke.. (silahı terketme)..
Bu, önemli bir gelişme.. Sadece Türkiye’yi değil, Ortadoğu’yu da derinden etkileyecek yeni gelişmelerin eşiğini oluşturabilir. Çünkü kürd halkı da, tıpkı arablar ve türkler gibi, parça parça edilmişler ve emperyalist eller ve uşakları aracılığıyla farklı coğrafyalarda, farklı ülkeler ve devletler-rejimler eliyle yönetilmeye mahkûm edilmişler ve hattâ aynı etnik unsurlar arasında bile farklı coğrafyalara veya menfaatlere göre diğeriyle sürtüşmeye girmesinin zemini hazırlanmıştır.
Nitekim, kürd halkı da bu çerçevede, 4-5 ayrı coğrafyada parçalanmış olarak yaşayan bir halk.. Ve denilebilir ki, bütün kürd halkının yarısından fazlası Anadolu’da yaşamaktadır, asırlardır.. Ve bu halk, Hz. Ömer zamanından beri müslümanlığı kabul etmiş ve İslam Milleti’ne büyük beyinler, üstadlar, bilgeler, hocalar vermiş bir halktır.
Ve bugün kabul edilmek istenmese de, PKK, Kürd halkının bir çok problemlerinin dünya çapında konuşulmasını da gündeme getirmiş bir örgüttür.
Biraz ’kavmiyetçi’ eğilimleri de olan bir kürd müslüman, iki ay kadar önce Berlin’de, ’Yahu ağabey, bu ne biçim iş, anlayamıyoruz.. Eskiden, MİT denilince ödümüz patlardı. Şimdi ise, Öcalan MİT’in elinde.. MİT’le müzakereler yapıyor. MİT’lei birlikte yanni devletin aklıyla birlikte projeler oluşturuyor ve bunu halka kürd halkına ulaştırıyor ve teşkilatı da örgütü de, onun sözlerini, MİT tarafından gönderilmiş aracılığıyla gönedirilydiğine bakmadan, kabul ediyor.. Bunu anlamakta zorlanıyoruz.. Kafalarımız karışık yani..’ demişti.
Gerçekten de öyleydi. Sadece o eğilimde olanlar değil, bütün herkes için de böyleydi. Şimdi ise, neredeyse, sıradan devlet kurumlarıyla yapılan işler seviyesinde bir anlayış gelişti,
Nitekim, o sözü söyleyene, ’Merak etme, aramızda fark yok.. Biz de öyleydik, geçmişte, MİT denilince, ürperir, ouzak durmaya çalışırdık. Şimdi nicelerimiz artık o eski ürküntü duygularını unuttular..’ denilmişti.
*
Kanlı çözümden meded umulmamalıdır..
Bugün gelinen nokta ve ’silah bırakma’ çağrısının yapılması, bu noktaya hangi zorluklarda aşılarak gelinmiş olursa olsun, bu sosyal problemi kanla çözmeyi aklına koyanların düşündüklerinden çok daha hayırlı bir merhale olarak görülmeli ve destek verilmelidir.
Bu noktadan sonra, taraflar gizli hesabları varmış gibi bir görünüm vermekten dikkatle kaçınarak birbirlerine daha samimî yaklaşmalı ve kemalist-laik- türkçü resmî ideolojinin son 100 yıllık dayatmaları ve inkarcı siyasetlerinin muzahrafatından temizlenerek ve de kürd, türk, arab, ve sair etnik unsurlar arasında asırlarca var olan kalb ve gönül birliğini, kardeşliği ihyaya ve restore etmeye ve, toplumun çeşitli kesimlerinde bir kanser tümörü gibi büyüyen etnik üstünlük iddialarına dayalı rahatsızlıkların tedavisinde akl-ı selim ve inanç ilacını devreye çokmalıdırlar Bu ilacın nasıl etkili olduğu asırlarca görülmüştür ve denilebilir ki, İslam Milleti’nin son 12 asırlık tarihinde, Abbasî, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerimizin birliktelikleri bu ilaçla sağlanmış ve bozulma da, bu ilaçtan uzak kalınınca başlamıştır.
Kanla beslenenler ve takibçileri, kanlı oyunların kurbanı olmaktan kurtulamamışlardır. Mazlum kanlarının zâlim kılıçlarını ve onların dayandığı ideolojilerin külünü havaya nasıl savurduklarına tarih binlerce örneklerle şahiddir.
*
Zorla dayatılan bir barış, değil, adâlete dayalı bir barış..
Sosyal problemleri kanla, dârağaçlarıyla çözmeye kalkanların sadece bizim tarihimizde değil, bütün beşerî toplumlarda sürekli bir çözüme ulaşamadığı ve kanla bastırılan duygu ve fikirlerin, müsaid zamanlarda yeniden patlak verdiği yığınla örneklerle sâbittir.
Elbette, zoraki ve dayatmayla gelen bir barış, dayatılan bir savaştan daha da tehlikelidir. Barış, adâlete dayalı olmalıdır. Adâlet ise, günümüzün güçperest toplumlarının yaptıkları kanun maddeleriyle ve uluslararası insan hakları beyannameleriyle değil, halkların kalbindeki inanç doğrularından kaynaklanan aslî hayat ölçülerine riayetle ortaya çıkar.
Bu bakımdan zorlama olmadan, bütün taraflar, birlikte yaşamanın asırlarca mevcud olan ruhunu yeniden yakalamalı ve müslüman halkımızın arasına ekilen fitne tohumlarının köklerini kurutacak hayat iksirini ve ırk, etnik köken veya hattâ faarklı inançlardan insanların bile birlikte yaşamasını sağlayan tılsımı yeniden keşfetmelidirler. Ve bu hiç de zor ve imkansız değildir. Hele de müslüman halklar arasında her türlü etnik pislikten uzak olarak varolan kardeşlik anlayışını, emperyalist-şeytanî güçlerin dayattığı resmî ideolojiler zehirlemişlerdir.
Çözüm de, milletimizin kalbinde varolan inançtır. Başka çözümler arayanlar yeni hayal kırıklıkları ve yeni kan banyolarıyla ulaşmaktan başka bir yere varamıyacaklardır.
Yeni bir kardeşlik döneminin daha güçlü tesis edilmesi için gelinen noktayı, büyük ve hayırlı gelişmelere vesile olması dileğiyle, sevinçle karşılayıp selamlamak gerekir.
*