Felsefe ve teoloji tarihinde, bugün adına teoside denilen kötülük problemi mütefekkirleri hayli uğraştırmıştır. Bugün ateistlerin can suyu kabul ettiği bu sorunsalı, iki menkıbe ile anlamaya/çözmeye çalışacağız.

Bu konuda söz söyleyenlerden biri, Gazzâlî’dir. O, içinde yaşadığımız kainat için “daha güzelini yaratmak mümkün olmayan bir evren” tanımlamasını yapar. Gazzâlî hayır ve şer meselesi ile ilgili öğretici ve ibret verici bir hikaye anlatır:

Rivayete göre İlahi hükme rıza gösterme mertebesine yükselen bir adam, “Allah’ın verdiği bütün hükümlerde bir iyilik vardır” demeyi adet haline getirmişti. O ailesiyle birlikte ıssız bir çöldeydi ve yalnızca çadırını taşıyan bir eşeği, onları gözetleyen bir köpeği ve onları uyandıran bir horozu vardı. Bir gün bir tilki geldi ve horozu kaptı. Ailesi üzgündü fakat o “hayırdır inşallah” dedi. Ardından bir çakal gelip eşeği öldürdü. Ailesi yine üzgündü ancak o “hayırdır inşallah” dedi. Sonra aniden köpek ölüverdi fakat o yine, “hayırdır inşallah” dedi. Ailesi hem adamın tepkilerine hem de olanlara karşı şaşkınlık içerisindeydi. Ancak ertesi sabah civar bölgelerde yaşayanların esir alındığını ve çocuklarının kaçırıldığını öğrendiler. Onlardan bazılarının bulunduğu bölge, horozların ötmesi; diğerlerininki köpeklerin havlaması ve eşeklerin anırması yüzünden fark edilmişti. Bunun üzerine adam şöyle dedi: “Şimdi Allah’ın her işinde bir hayır olduğuna inandınız mı?”  (Gazzâli, Kitâbü’l-Erbâin)

İstanbul sakinlerinin yakından tanıdığı bir isim olan, XVI. yüzyılın ünlü Halvetî şeyhi Merkez Efendi ise şer sorununa daha merkezden bakar:

Ebu’t-Takî künyeli Merkez Efendinin mürşidi, -muhtemelen Sümbül Efendi-  ömrünün son zamanlarında kendi yerine kimi bırakacağını seçmek için öğrencilerini bir sınava tabi tutar. Onlara tek bir sual yöneltir ve verecekleri yanıta göre aralarından birini kendi yerine halife tayin edeceğini bildirir. Oldukça sofistike olan soru şöyledir:

“Eğer siz, Allah’ın yerinde olsaydınız dünyayı nasıl yaratırdınız?

Taliplerden birincisi; bütün kötülükleri yok ederdim demiş.

İkincisi; sadece iyiliklerin var olmasına izin verirdim demiş heyecanla.

Sıra Merkez Efendiye geldiğinde ünlü zahidimiz hem cevabıyla müsemma olacak hem de “işte budur” dedirten bir yanıt vermiş: “Her şeyi merkezinde bırakırdım.”

Bir rivayete göre velimiz, ismini de  cevabındaki anahtar kelimeden almış. Asıl adı Musa olan sufimizin bu adla isimlendirilmesi ve postnişin olması hakkında, kaynaklarda farklı bilgiler yer almakla birlikte popüler kanaat budur.

1552 yılında vefat eden Merkez Efendi, imparatorluğun en güçlü yıllarında, Kanuni ile yakın teşrik-i mesaide bulunmuştur. Öyle ki sultan Süleyman’ın “bizim Merkez” diye hitap ettiği kaydedilir. Merkez Efendi, hayatını dini ilim tedrisine adadıktan sonra seyr-ü sülûkunu görev yaptığı çeşitli yerlerde devam ettirmiş ve bu arada irşat faaliyetleri ile de gözleri ve gönülleri celp etmiştir. Emr-i Hak vaki olduğunda dönemin Şeyhülislamı tarafından kıldırılan cenaze namazına, kalabalık bir halk topluluğu katılmış; ünü göklere değen sufinin nasıl bir hayat yaşadığını, Ebu’s-Suud’un ağzından dökülen ilham verici şu sözler vurgulamıştır:

Dünyada riyasız bir onu görmüştük.”

Bugün, ateistlerin en güçlü argümanı olarak sunulan kötülük probleminden bahsedecekken Merkez Efendinin temerküz/çekim gücüne kapılıp hadde erdiğimizi fark ediyoruz.

Rabbü’l-Âlemîn’in başta kendimize sonra da çevremize karşı, maskesiz hayatlar yaşayabilecek güç vermesi dileğiyle…

Baki selam…

Bu arada kötülük sorunu varsa iyilik sorunu da olduğunu unutmayalım!