Amutta dua

Geçtiğimiz haftalarda “amutta dua” başlıklı bir yazı kaleme alarak duanın hayatımızda nasıl tersyüz edildiğini anlatmaya çalışmıştık. Aynı konunun iki farklı veçhesi olarak bugün “secde eden dua”dan bahsedeceğiz.

Malumunuz Kuran’da en sık geçen terimlerden biri olan ‘salât’ın manası, duadır. Haddizatında namaz, vakitleri belirlenmiş dua saatidir. Nihayetinde namaz esnasında tilavet ettiğimiz tüm kutsi ibareler, farklı semantik anlamlara değen dualardan teşekkül eder.

Dua kavli ve fiili dua şeklinde ikiye ayrılır. Fiili dua önceliklidir ve esastır.

Allah Resulü: “Rikkat zamanında dua etmeyi ganimet biliniz çünkü bu hal rahmet saatinin halidir” buyurmuştur. Burada rikkatle kastedilen; kalplerin haşyet ve edeple Allah’a yönelme ihtiyacı hissettiği, kibir cenderesinde debelenen insanın acz duygusuyla yoğrulduğu vakitlerdir.

Kutlu Nebi, üç kişinin duasının kabülünde hiç şüphe yoktur der:

1- Ebeveynin evlatları hakkında yaptığı dua;

2- Mazlumun zalim hakkındaki bedduası;

3- Misafirin ev sahibi için ettiği dua.

Her geçen gün daha da çekirdekleşerek atomize olan aile yapımızın ilişkiler ağı temelden sarsıldığı için birinci kısım dua can çekişse de ruhunu henüz teslim etmiş değildir. Mazlumun bedduası ise bu yüzyılda en çok edilen ve gökleri delen bir dua türü olarak tarihe geçmiştir. Allah daha kötü çağlar yaşatmasın!

Mimarisinde misafir odası diye bir gelenek üretmiş bir medeniyetin  mirasçıları iken kendi örflerine “pöf” diyen mirasyedilere dönüşmüş durumdayız. Bırakın evlerimizi, sokaklarımızda bile misafir/muhacir görmeye tahammül edemeyecek kadar vahşileştiğimiz zamanlardan geçiyoruz. Köpeklere gösterdiğimiz sevgi ve merhameti türdeşlerimizden/kardeşlerimizden esirger haldeyiz. Möblelerden kendimize dahi zor yer bulduğumuz, bohem sanat galerilerini  ya da züccaciye dükkanlarını aratmayan hanelerimizde artık misafir odası bulunmadığı için bu duayı kayıp hanesine yazıverdik.

…..

İnsanoğlu Allah’tan sürekli ister. Bu isteme kimi zaman arsızlık derecesine varsa da istemenin varoluşsal bir değeri vardır. Bu O’nu Rab olarak tanıdığımızın, kendi kimliğimizin de kulluk üzerine bina edildiğinin remzidir. Sizi, sizinle eşdeğer imkanlarda yaratılmış yeryüzünün diğer sakinlerinden ayırır; sıradanlık aynası kırılır ve melekut aleminde apayrı, özel bir makama yerleştirir. Hak, bu hakikati fark edelim diye Furkan suresinden seslenir:

“Ey Muhammed De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!”

İnsan hak-batıl, faydalı-faydasız her şeyi pervasızca  düşler ve ister. Oburlukta doktoramız vardır. Oysa arzuhalimizin akıbeti ya da zarfımızın mazrufu değildir bizi özel kılan. Bizi “diğerleri” içinde müstesna bir yere yücelten dua edebiliyor olmamızdır. Haddizatında dua, masrafsız zikirdir. Allah’ın elçisi der ki; Kul Rabbini zikredince, şeytan tahannus eder. Yani lal olur, susar.

İşte yeryüzünün şeref timsalinden tutmak isteyene bir öğüt:

“Allaha ağlayarak, için için dua edin.” (Hz. Muhammet S.A.V)

Bir de pek çok hususta olduğu gibi bu işte de ölçüyü kaçırıp abartanlar var.

“Bir kavim gelecek, onlar duada çok aşırı gidecekler/uzatacaklar! Sana şöyle demen yeterlidir: Allah’ım ben senden cennetini ve ona yaklaştıracak söz ve fiilleri istiyorum! Allah’ım ben cehennemden ve ona yaklaştıracak söz ve fiillerden sana sığınıyorum!

Secde eden dua, dilenmek için değil dilemek için edilen duadır.

Duayı dilinizden eksik etmeyin! Çünkü Allah, tüm duaları işitir ve kime neyi vereceğini herkesten iyi bilir.

Baki selam…