Suriye meselesi artık kimsenin inkâr edemeyeceği derecede bir insani krize dönüştü. Vekâlet savaşları insanlığımızdan utandıracak manzaralar ortaya koyuyor.

Peki, kim utanıyor?

İnsanlık tarihi, utanç vesikalarını bugün de bilmemizi sağlayan üretimlerle dolu. Tarihi yazımı, hatıratlar, vb. çok sayıda belge niteliğinde örnek sayabiliriz.

Ancak çağımızda tarihe tanıklık unsuru sinema ve benzeri üretim alanlarıyla mümkün.

Bir film çekiyorsunuz ve bütün dünya o meseleyi, o film ile tanıyor.

Misal; Çöl Aslanı Ömer Muhtar filmi bundan 37 sene evvel yapılmamış olsaydı, Ömer Muhtar’ın vefat yıldönümlerinde sosyal medyada taziye bombardımanı görür müydük? Galiba göremezdik.

Geleneksel medya, hakikati gizlemek üzerine kurgulanmışsa (ki, buna sinema da dahil), hakikatin izin yapılan sinema üretimi de perdeyi kaldırmak üzere vardır.

İşte bu meyanda, bugün kıymetli bir yapım vizyona giriyor.

Aida Begiç, Suriye’de yaşanan trajediyi Türkiye’de çektiği bir filmle anlatıyor. Bırakma Beni, bugün vizyona giriyor.

Filmi geçtiğimiz kasım ayında Boğaziçi Film Festivali’nde izlemiştik. Festivallerde epeyce boy gösterdi. Kendisi de -yönetmen olarak-ciddi bir festival müdavimi olan Begiç’in filmine şimdiden gişede başarı diliyorum.

Fekat gişe kısmı tali olan… Esas olarak sinemanın tarihi vesika olma ve tarihe not düşme imkânını gözlemeliyiz.

Umarım Bırakma Beni, Suriye meselesinin doğru anlaşılması ve geleceğe doğru aktarılması noktasında güzel örneklerden olur.

Filmin hikâyesine, ayrıntısına, oyuncularına, vs. birçok yerden ulaşabilirsiniz.

Bırakma Beni ile alakalı bazı eleştiriler oldu. Vizyona girdikten sonrada devam edeceğini tahmin edebiliriz.

İddia o ki; film, Türkiye’yi ve Türkleri kötü gösteriyor.

Doğru mu?

Böyle bir şeyi söylemek haksızlık olur.

Türkiye’de geçen bir hikâye içerisinde kötü karakterler olması topyekûn Türkleri ve Türkiye’yi kötülediği anlamına gelmez.

Zaten filmin en başından itibaren Suriyelilerin Türkiye’ye gelince kendilerini güvende hissettiğine dair bir alt metin var.

Bununla birlikte birkaç fırsatçı tip ile gösterilen nâhoş şeyler var.

Yaşanmamış şeyleri yaşanmış gibi mi gösteriyor? Hayır.

Peki, yaşanmış şeyleri hikâyenin gövdesine oturtup bağcıyı mı dövüyor? Hayır.

O halde filmi eleştirirken de insaflı olmak gerektiğini düşünüyorum.

Yönetmenin ve genel olarak projenin Türkiye aleyhine bir duygusu ve çabası olsaydı anlaşılırdı.

Diğer taraftan…

Filme destek olan Beşir Derneği’ni de kutlamak gerek. Sanat faaliyetlerinin lüzumsuzluk olarak görüldüğü, hele hele sanata desteğin neredeyse boşa yatırım potasına sokulduğu günümüzde bir sivil toplum kuruluşunun, bir sinema filmine destek vermesi kesinlikle alkışlanacak olay.

Filmin çocuk oyuncularının gerçekten Suriyeli olduğu ve hikâyenin anlattığı şeyleri yaşadığı notunu da düşelim…

Kendisi de Bosna Savaşı sırasında Suriyeliler’in bugün yaşadığına benzer şeylere şahit olan Aida Begiç’in, önceki filmlerinde de olduğu gibi savaşın çocuklarına yönelik sinema adımını da desteklemek gerek.

Eleştirelim, evet. Ancak herkesten ve her işten hamaset ve körü körüne övgü beklemeyelim.