Geçtiğimiz hafta dünyada emekçi kadınlar günü kutlandı. Çoğumuz, kadınların emek hikâyeleri üzerine çekilmiş videolar ve görsellerle dolu günler geçirdik. Ancak hiçbir gurur ya da duygu dolu içeriğin ülkemiz dâhil tüm dünyada kadın olmak gerçeğini tam olarak yansıtmadığını konuştuk, konuşuyoruz. Özellikle dünyada çatışma bölgeleri içinde kadın olmanın felaketini yazdım ben de. Bir yazıyla geçiştirilebilecek mevzu değil ancak yaşanan zorluğun boyutunu hatırlamamız ve hatırlatmamız gerekiyor. Zira savaşta ve ablukada kadınların yaşadığı felaketlerin görüntülerini bir parmak hareketiyle kaydırmak mümkün ancak vicdan yükünden kurtulmak bu kadar kolay değil.

Filistinli kadın ve çocukların öncelikli hedef alındığı bir saldırıya şahit oluyoruz. İsrail’in, bu kesimi özellikle seçtiği konusu da su götürmez bir gerçek. Daha birkaç gün evvel ekranlardan vaaz eden bir siyonist başı, elindeki tahrif edilmiş Tevrat’a atıfta bulunarak ‘onların kadınlarını ve ere varmamış kızlarını, ekinlerini biçeceksin” emrini orduya hatırlatıyordu. Gözü dönmüş sapkın, masum kadın ve çocukların muhakkak öldürülmesi gerektiği üzerinde ısrarcıydı: “Bugün sizi öldürmeye kalkanlar, dünün bebekleri ve çocuklarıydı. Bunları doğuranlar da işte bu kadınlar.” İşte böyle bir sapkın kinin muhatabı Filistin’deki kadınlar ve çocuklar.

İsrail’e 75 yıldır kesilmeyen bir hesap var. O nedenle pervasızlar. Dünyanın en ahlaksız ordusu hâline gelmelerinde bu hesap vermeme rahatlığı büyük rol oynuyor. Bu nedenle de onlarca yıldır sadece öldürmekle kalmıyor, her türlü işkenceyi de bir ritüel hazzıyla uygulamaya devam ediyorlar. Ekranlarınızda şahit oluyorsunuz; evleri işgal eden soysuzlar çetesi, evin mahremini ifşa etmekten sapkın bir haz duyuyor. Yuvalarını terk etmeye zorladıkları ve belki de az evvel öldürdükleri (ki öldürmekle kalmıyorlar) kadınların çekmecelerinden aldıkları çamaşırları, gecelikleri giyip kendilerini kayda alıyorlar. Üstelik Adalet Yüksek Mahkemesi’nde devam eden bir soykırım davasının zanlısı oldukları hâlde delil oluşturmaya devam ediyorlar. Öyle bir pervasızlık! ‘Nasılsa bundan da kurtuluruz’ rahatlığı bu. Batılı abileri ve zoraki destekçilerinin onları cezalandırmayacağı garantisine güveniyorlar.

Uluslararası Af Örgütü'nün İsrail'in apartheid sistemine ilişkin 2022 raporu, İsrailli yetkililerin gözaltında tutulan Filistinlilere onlarca yıldır taciz ve cinsel tacizde bulunduğunu ortaya koyuyor. Daha yakın bir zamanda BM, Filistinli kadın ve kızların İsrailli hapishane gardiyanları tarafından tecavüz de dâhil olmak üzere "birçok türde cinsel saldırıya maruz kaldıklarına" ilişkin raporları açıkladı. Bu haftanın başlarında Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA), İsrail güçlerinin Gazze'de her iki cinsiyetten binden fazla Filistinliye uyguladığı işkence ve kötü muameleyi ayrıntılarıyla anlatan, yakında yayınlanacak bir rapor duyurdu.

Tüm bunlar olurken biz birçok şeyin dünyada yerinden sökülürcesine değiştiğine şahit oluyoruz. Batılı argümanlar içinde iflas eden bir feminizm var mesela. Gazze’de yaşanan kadın kıyımını görmezden gelerek İsrailli kadınların içinde bulunduğu duruma odaklandılar.

Uluslararası Adalet Divanı'nın, İsrail'in Gazze'deki saldırısının soykırım olabileceği yönündeki uyarısına rağmen, Batılı feminizmin toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı en sesli savunucuları, uluslararası toplumu tecavüzler konusunda sessiz kalmakla suçlayarak dayanışmalarını yalnızca İsrailli kadınlara ayırmış görünüyor. Burada bariz bir çifte standartla karşı karşıyayız. Filistinli kadın ve çocukların içinde bulunduğu kötü duruma yönelik benzer bir empati ve öfke duymamaları tam anlamıyla ideolojik bir ahlaksızlıktır.

Gerçi bu, Batılı feminizmin ilk hezeyanı değil. Bunu Bosnalı kadınların uğradığı dehşet karşısındaki cılız tepkilerinde, Batı Afrika’daki çete savaşlarında hedef olan kadınlara göstermedikleri hassasiyetten biliyoruz.

Ama emperyal feminizm elbette önüne gelen her yemeği beğenmeyecek ve yemeyecektir. Seçici tepkisellik denilen bir tavrın kahramanlığına talip oldu bugünün feministleri. Mesela kitlesel kadın katliamına o çok bilinen tutkulu tepkilerini nedense göstermezlerken İranlı Mahsa Amini'nin trajik vakası üzerine İngiliz feministlerin haykırışı günlerce gündemde kaldı. Gazzeli kadınlara ve çocuklara uygulanan şiddete karşı sesini en çok duyurması gerekenlerin sessizliği feminizmin savunduğu ilkelerle çelişiyor. Elbette kadın için her türlü baskı ve zulüm kabul edilemez ancak adaletin Gazzelisi, Batılısı yok.

Kadının kadına adalet tanımadığı bir dünyada evrensel ahlaktan bahsetmek boşa kürek çekmektir.