Başlıktan anlaşılacağı üzere sahada olan sahada kalmıyor artık, futbol ekonomisi büyüdü, dertler, kavgalar da büyüdü.
Trabzonspor merkezli ekonomik kaygıların gölgesindeki futbol endüstrisini anlatacağım sizlere.
Aslında Diego Armando Maradona’nın şu sözünü çıta kabul ederek yazmakta fayda var. Dünya kupası finallerinde Maradona’ya neden akreditasyon kartı takmadığını sormuşlar. Cevap ise, “Ben Maradona’yım, beni herkes tanır” olmuştu.
Demem şu ki; sektör bir kişiyi tüm dünyaya tanıtacak kadar güçlüyse saha içi kendini aşmış, saha dışı ile tam olarak bütünleşmiş demektir. Yani saha içinin derdi ve sevinci saha dışını, saha dışının derdi ve sevinci saha içini doğru orantılı, tam manasıyla kapsar oldu günümüzde.
Şimdi Trabzonspor’da saha içi kadar saha dışı (yönetim, taraftar, basın, delege v.b.) o kadar kötü durumda ki, değil Maradona olmak, önlerine kartvizitlerine koysalar dahi kimse yaptıkları ve üstlendikleri görevlere inanmaz.
Defalarca yazdım:
Tüm bu dinamikler öncelikle menfaatleri gözetiyorlar. Hayır, biz Trabzonspor kötü gündeyken menfaati bir kenara itmeliyiz, gün Trabzonspor’umuza kayıtsız destek olma günüdür.
Saha içi iyi olsa saha dışı ekonomik darlıkta olsa bile bir noktaya kadar müsamaha sağlanıyor, taraftar baskısı azalıyor. Kaldı ki sahadaki galibiyetin prim bedeli Türkiye Futbol Federasyonunca 1,5 trilyon olarak dağıtılıyor. Galip gelince madden manen her türlü olumlu bir hava bir anda oluyor. Futbol bir hastalıksa ilacı da galibiyet olmuş yani. Tüm dünyada geçerlidir bu tespit.
Kötü gidişat sergileyen Trabzonspor’umuza gelirsek; en ufak dinamiğine kadar verimsiz bir durum var ortada, dert yanmaya gerek yok, ilaç lazım. Çözüm ise galibiyet.
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok, galibiyet varsa, çığlıklara, tüm zeminsiz seslere pansuman da var.
Gençlerbirliği ile berabere kaldık. Ama gelecek haftadan itibaren saha içi ile saha dışını birbirine bağlayan, haklı alın teri barındıran galibiyetlerin Trabzonspor adına hayat bulması ümidi ile;
Anadolu neferi Trabzonspor şampiyon olacak.