İnsanın elinde ölçüleri olmalı, kıstasları olmalı. Önce nasıl düşünceğine ve nasıl davranacağına dair, elinin altında bir kaynağının olması ve bu kaynakla yürek bağının olması lazım ki insan bununla beslensin. Örneği olmayanın, müracaat edeceği kaynağı bulunmayanın ölçüsü, o anda ulaşabileceği başka kaynaklar ya da o esnada aklına gelen ve uygun zannettiği başka çözümler olabilir. Yani, önce insanın bilgi bankasında, ne ile hareket etmesi gerektiğine dair kayıtlar, fotoğraflar olmalı. Bu her konuya dair hazır çözüm ve formüllerin olması değil, kendisine bakıp formuller üreteceği ana kaynaklar anlamındadır.
Ana kaynakların en başında, zihnimizdeki kaydedilmiş fotoğraflar gelir. “Annem şöyle yapardı, babam şöyle derdi, biz ailece şunu şöyle konuşurduk, öğretmenim bana şöyle demişti” gibi. Bu o kadar kıymetlidir ki. Yeni bilgiler eski kayıtlarla uyumlu ise, insan daha çabuk ve kolay öğrenir, adapte olur ve hayatına geçirebilir. Eğer yeni öğrenilenler eski kayıtlarla uyumlu değil bilakis daha farklı ise, o zaman en çok aklımıza yatan ve yüreğimizde yer etmiş olan hayata geçer. Çocukluk, insan hayatının en öğrenmeye açık, en çok kayıtların yapıldığı ve en savunmasız olduğu hem çok riskli hem de en avantajlı dönemdir. Çünkü, bağımlıdır ve her etkiye açıktır. Elinde ölçüsü olmayan ve o anki duygularını ve sadece kendilerini bağlayan temelsiz düşüncelerini hayata katan biz anne babalar, anlık ve insanı dengeden koparan yaklaşımlarımızla malesef yanlış kayıtlar yapabiliyoruz. Bu da sorgusuz sualsiz itaat etme ve kaydetme aşamasındaki çocuğa, “Sen de böyle yapabilirsin” mesajıdır. Nitekim, “Asla anneme benzemeyeceğim demiştim, şimdi aynen onun gibiyim” diyen insan sayısı çok fazladır.
İşte tam da burada başka bir handikapımız devreye giriyor ki bu da, yürekten inanıp hayata geçirebileceğimiz bilgi kaynaklarımız yok. Yeniden edinebilme konusunda çabamız da yok gibi. Çocukken anne babamızdan, Allah rasulüne (s.a.v) benzemeyi, sahabenin hayatını öğrenmeyi, bunalınca hemen ayet ve hadise bakmanın önemine dair kaynak aktarımı olmuş olsa, işler daha kolay yürüyecek ve onu hayata geçireceğiz fakat bu yoksa en kolay ulaşabileceğimiz alternatifler devreye girebilir. Çocuğun anne babasını sevmeye ve onları modellemeye ihtiyacı varken bunu yapamazsa, ulaşabildiği en yakın kaynağın suyunu içmeğe ve o kaynaktan beslenmeye başlar. Bu da, her türlü kirli ve mikroplu suya ağzızlarını dayamak anlamına gelebilir.
Annelik babalık sacede karnını doyurup büyütmek değil, aklını ve gönlünü doğru örnek ve doğru yönlendirme ile donatmak, Allah’ın (c.c) ölçüsünü sevdirmektir. Çünkü sevdiklerimiz yüreğimizin baş kösesine oturur.