McKinsey meselesi üzerinden bir rüzgârdır esiyor. Aslında Türkiye karşıtları neyi ne zaman sahneye sürecekleri konusunda son derece zemin kollayıcı bir politika izliyorlar. Onlar yapmaları gerekeni yapıyorlar belki; peki biz ne yapıyoruz? Bunca yalana dolana entrikaya rağmen, bunlar sanki hiç olmamış gibi kendi Cumhurbaşkanımızı hedefe koyuyoruz.
Meselenin önünü arkasını araştırmadan, yapılan algı operasyonunu peşinen satın alıp, birilerinin planının işlemesinde bazılarımız adeta katalizör görevi yürütüyor.
Bir liderden önce insan hayatının bile bir bütünlük içerisinde ele alınması gerekir diye düşünüyorum. Her insan totalde ki hayatının üzerinden diğer insanlara bir mesaj vermek için yaşar; ahlaklı, erdemli, haysiyetli, güvenilir gibi birçok hasleti adına bir sıfat olarak eklemeye çalışır. Bu meziyetler tek bir zaman aralığı ya da birkaç hadise üzerinden de yansıtılamaz. Tutarlı bir yaşam çizgisiyle ve uzun bir zaman diliminde insanlar birbirlerini test eder ve güven tazelerler.
İnsan hayatını savrulan ve birbirinden kopuk dilimlerden oluşan bir zeminde algılamak, öncelikle algılayanın kendi hayatına yaptığı bir haksızlığa tekabül eder. Çünkü önce kendi yaşamının totali üzerinden vermek istediği kimlik ve karakter mesajını parçalamış olur. “Bir gün öyle bir gün böyle bir insan” olarak algılanmak en başta bunu yapmak isteyene hoş gelemez.
Peki, bununla ne demek istiyorum. Gayet açık aslında… McKinsey meselesi üzerinden yıpratma yapanların asıl yapması gerekeni hatırlatmak. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın iktidarında ve kırk yıllık siyasi hayatında verdiği total mesajı hiç dikkate almadan, tekil bir mesele üzerinden ve onu da içselleştirip önünü arkasını tartmadan bir yargılamaya tabi tutmak gerçekten bir haksızlığa tekabül eder.
Evet, şunu da anlamıyor değilim. Bu ülkenin geçmişi bizi hadiselere yaklaşmada çok daha tedirgin edebiliyor. Adeta bir dejavu etkisi ortaya çıkarabiliyor. Bu vesileyle “daha dikkatli olalım” demeyi de bir kardeşlik olarak görürüm. Bu, Allah rızası ve memleket bekası için bir “hayırlı ağız” olma çabasıysa onu da gönülden karşılarım.
Fakat meseleyi, bir iktidarı kastı olmayan tarafa çekerek ve belki de devlet aklıyla yürütülmesi gereken ince siyasetin kurallarını işlemez hale getirecek tarzda tartışmak da doğru olmaz diye düşünüyorum.
Hocam kırmızı cümle tamamlanmamış.
Ak Parti karşıtlarının özellikle de Erdoğan karşıtlığının sınır tanımayan hezeyanlarını bir tarafa bırakırsak, içeriden ve milli duruşun mensubu zevatın da önce “iyi niyet” ilkesiyle harekete başlaması ve “Bir lider 16 yıldır iktidarda, öncesinde de siyasetin farklı noktalarında bunca riskler almış, ülkesine bunca ilerleme kaydettirmiş iken bugün yanlış ve ülkesinin felaketi için bir karar alır mı?” demesi gerekmez mi?
İlgili Bakan gerekli açıklamayı da şu şekilde yaptı zaten: “Görüş alacağız ama yerli ve milli duruşla biz yöneteceğiz” dolayısıyla her insan ya da her lider az da olsa bir vefayı ve güveni hak eder. Bugüne kadar olduğu gibi bir kez daha bunu esirgememek, bütün plancıların planını bozmaya yetecektir.
Bir iktidarı yıkmanın formülü ilk devlet modellerinden bu yana pek değişmemiştir sanırım. Önce ekonomi üzerine oynanır sonra da siyaset. Ekonomik sıkıntı yaşayan toplum diğer sıkıntıları daha çabuk satın alır çünkü. Bu sebeple iktidar da elinden geleni ama mutlaka kendi iradesiyle yapmak zorunda…
Şef orkestradan istediği ahengi alabiliyorsa mesele yok bence. Yeter ki şef ne istediğini bilsin ve koroya hâkimiyetini kaybetmesin… “Önce iyi niyet” hiçbir zaman ve hiçbir kimseyi utandırmamıştır kanaatimce; yanılsa da kârdadır yanılmasa da. Önce karar vermediği için mahcup değildir, diğerinde de ortaya çıkan gerçek üzerinden yargıladığı için haksız değildir…