Her işin bir raconu var. Yolu, yöntemi var yani.

Ne var ki bunda?

Elbette olacak yol, yöntem. Öyle değil mi?

Yol, yöntem demek varken, peki, ben niçin ‘racon’ dedim şimdi?

Durup dururken olmadı tahmin edeceğiniz gibi.

Tabi ki, ‘yol yöntem’ de, benim derdim lâfı ‘racon kesmeye’ getirmek.

‘Yol kesmek’ diyemem, ‘yöntem kesmek’ de diyemem.

‘Ahkam kesmek’ hiç olmaz.

‘Yol, yöntem göstermek’ denilebilir. Ancak, nazik kaçar.

Sağ olsun ‘argo kültürü’, nasıl da meseleyi kökten halledecek bir kelime türetmiş. Uydurmuş mu demek daha doğru olur?

Her işin bir yolu ve yöntemi varken, işi üslubunca yapmayanlar çoğalınca devreye giriyor bir ağır abi ve işi oluruna bağlıyor ve herkes de paşa paşa işine bakıyor usulca.

‘Asayiş berkemal’ oluyor.

Evli evine, köylü köyüne yani.

Güzel iş.

Kavram kaba. Normal. Kabadayılık jargonundan çünkü. Kabadayılık deyince, kabadayı yerine külhanbeyini kullanıyorlar bazı yazarlar. Aynı şey değil.

Rahmetli babam da kabadayı olarak anılırdı. Ondan öğrenmiştim külhanbeyliğinin kabadayılıkla aynı şey olmadığını.

Bir zamanlar, gündelik hayatın olmazsa olmazı hamamlarda, daha kolay ter atmak üzere külhanda (hamamın ısınmasını sağlayan ocak), belki külhana yakın odalarda üç beş kişi otururken muhtemelen ortamın rehavetiyle başlayan muhabbette hızını alamayıp, bire beş katıp anlatan, anlattığı kadar yürekli olmayanlara denirmiş ‘külhanbeyi’ diye.

Bu sebepten naşi, rahmetli babam da, kazara kendisine külhanbeyi denildiğinde sert çıkar, uyarır ve düzeltirdi. Hoş, kabadayı kelimesindeki kaba sıfatından da hoşlanmazdı ya…

Neyse, ‘racon’ mevzusuna döneyim, yol ve yöntemlere uyulmayınca, işler sarpa sarıp Arapsaçına dönünce, hatırı yüksek bir hakemin devreye girmesiyle hale yola sokulur ve karakol, savcılık, mahkeme, hakime varmaz böylece işler.

Kültürümüzde meslek teşkilâtları, üstatlar, hocalar bu işleri daha naif ve gönül kırmadan, hakkaniyeti gözeterek yaparlarmış.

Şimdilerde hakkaniyetli olmak hak getire.

Geçenlerde daima alışveriş yaptığım Malatyalı manav, hemen yanındaki marketin, komşuluk ve esnaflık hukukunu hiçe sayıp, kaldırımı işgal ederek manav reyonu açmasına kahirlenmiş, “Ben de un, yağ, şeker satsam ayıp olmaz mı Allah’ını seversen ağabey sen söyle” diyerek dert yandı bana.

Manav sonuna kadar haklı.

Market racona uymuyor. Serbest piyasa ekonomisi. Mahkeme, avukat sökmez bu meseleye. Racon kesecek kimse de yok.

Manav, market kapışmasında hal böyle de bizim kültürel dünyamızda durumlar farklı mı sanki?

Genç şiir adamlarımızdan birisi geçenlerde Twitter’da, (genç dediğime bakmayın çoktan kırkını devirdi ama henüz olgunluk dönemine girdi sayılmaz. Şair ve yazarların olgunluk dönemi 50 yaşında başlar. Sanatçının yaşı yoktur. Özellikle şairlerin.) diyordu ki, “Adını şair diye anılır kılanlar, şiirlerini, şiiri belirleyici dergilere ve şairlere kabul ettirebilenlerdir.”

Şiir merkezli bir racon bu.

Bu kadarla kalmıyor tavır. Racon da kesiyor. “Gürültü çıkarıp tatava yapanlar, şiirlerini bu belirleyici dergilere ve şairlere kabul ettirmeyen zevattır.”

Tavrı olan şairleri çok seviyorum.

Bir şair tavır koyabiliyorsa iki şeye güveniyordur.

Birincisi şiirine, ikincisi, şiir bilgisine.

Her ikisine de sahipse aliyy-ül a’la.

Racon da koyar, racon da keser.

Ve müteşairlere had bildirir.

Racon kesen bu genç şair kim diye merak ettiyseniz, söyleyeyim.

Soyadı benzer olsa da, benzemek ne kelime bizatihi arslan bir şiir adamı bana göre.

Selam olsun.