Bir ağabeyimiz var biliyorsunuz. Kendisi küpeli entellerimizden. Muhafazakâr. Kimine göre de sağ cenahın “cehalet’’ sebebiyle bir türlü anlayamadığı çağdaş, yerli bir filozof. Az ucundan elitist birazcık da onurlu yalnızlıkların insanı. 2000’lerin Türkiye’sinde kendisine biçilen rol bu.  Şanını, feylesof klişelerini sözüm ona metafizik irfanıyla harmanlamasına borçlu.

Fakat ne kadar yalnızsa bir o kadar yalın. Kendince ışık saçmaya başladığı anda bütün çıplaklığı ortaya çıkıyor aslında. Ağabeyimiz kelimenin iki anlamıyla da sofistike… Yapmacık ve karmaşık. Haliyle bu çıplaklık da boğuk bir çıplaklık…

Neden yapmacık ve neden karmaşık?

Birçok husus var. Lakin bu köşeye sığmayacak kadar ayrıntılı ve derin… Bugün biz yalnızca, kendisinin heykel hûlyasına değinelim.

Bakmayın, Kur’an-ı Azimuşşan’ın idrakinin idrakine dair kitaplar yazmış. Ama bir heykel bozuntusunun ‘’yerinin değiştirilmesini’’ dahi dert edinecek kadar ‘’ılımlı’’.

İngiliz ve Yahudi’nin sıvasını ördüğü, hipnotize olmuş modern(!) Türkiye insanının da kendi ateşinde kızdırıp içtimai fikriyatının en tepesine diktiği 20. asır putunu saygıyla ve özlemle anan etiket muhafazakârı…

Bir medeniyetin bütün ruhiyle karanlığa gömülüp, topyekûn uhreviyatının -haşa- ahırlara layık görülüşünü görmezden gelmek ve bu manevi katliamın mimarlarına muhabbet beslemek, gerçekliği ensesinden yakalamış hangi izana sığar? Muhafazakâr bir entelektüel, en ulvi çeperleri yıkıcı “yazdırılmış ve dayatılmış” tarihe nasıl boyun eğer?

Mesele popülarite kaygısı, kitle kaybetme korkusuysa büyük zaaf, Allah muhafaza. Fakat daha kötüsü, “Ben bilirim’’ temelli bir cehaletse dipsiz bir vahametin tezahürü.

Fikir adamı olmak için ince düşünmek, kafa patlatmak, çareler aramak yetmez. Bütün bunların yanında en üstün hakikate yönelik keskin bir tarafgirlik gerekir. Bâtılın zırhıyla kuşanmış sahte hakikatlere değil…

Fikir adamı, fındık kabuğunu doldurmayacak meseleleri eleştirmekle değil; geçmiş nesillerin benliğini kurutan ve gelecek nesillerin şahsiyetine kast eden içtimai tabuları yıkmakla yükümlüdür. Aksi durumda fikir, fikir olmaktan çıkıp, toplumu da içindeki kara deliğe çeken kısır, kuru ve samimiyetsiz bir girdap halini alır.

Muhafazakâr fikir adamı olabilmek için de, muhafaza edilmesi gereken bütün değerleri hakkıyla muhafaza etmek gerekir. Mazisini bilmeyen, milletinin çektiği ruh çilesini yok sayan, kahraman yahut katil ayrımını yapmaktan aciz olan bir aydın; muhafızı olması gerektiği irfan kalesini despot bayağılıkların işgaline açar.

Velhasıl, fikir işçisi, dostunu ve düşmanını iyi tanımakla yükümlüdür. Ve bu tanışıklık, Allah’ın rızası ölçütünde olmalıdır. Kendisini anlayamayanları(!) yobazlıkla yaftalamak için Allah’ın ve Resul’ünün düşmanlarını hasretle yâd edip, sağda solda felsefi Müslümanlık taslamak sefil bir zihniyetin göstergesidir. Kendini Müslüman olarak görenlerin bu abes tavırdan sakınması kârınadır…