Adı yabancı gelse de Partili Cumhurbaşkanlığı’na uzak değiliz. Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Celal Bayar’ın bu sisteme tabi olduklarını söyleyebiliriz. Tabii darbeler ve darbelerin peydahladığı anayasalar ile birlikte bu ilişki ayrıştırılmış oldu. Başta ana muhalefet olmak üzere diğer partilere de “Darbe Anayasaları”nı ve getirdikleri değişiklikleri koruyup kollamak kaldı.
Cumhurbaşkanı’nın partisinden kopmasını gerektiren serüven iki değişiklikle yaşandı:
Birincisi; 1961 Anayasası ile getirilen 95. maddede “Cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisiyle ilişkisi kesilecektir” denmiş. İkincisi ise; 1982 Anayasası’nın 101. maddesinin son fıkrasında “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer” şeklinde düzenlenmiştir.
Yani anlayacağınız, Cumhurbaşkanı’nın partisiyle ilişkisinin kesilmesini biz değil darbeci paşa amcalar istedi. Solculuk yapayım derken veya hükümete ve Erdoğan’a muhalefet edeyim derken, paşa amcaları destekleyip çelişkiye düşmeyesiniz…
2010 Anayasa değişikliği referandumuyla birlikte Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi “halk tarafından” tasdik edilerek onanmıştı. Fakat bu değişiklik sadece Cumhurbaşkanı’nı seçme usulünde gerçekleşti.
Reform niteliğinde bir değişiklikle temsil kabiliyeti tabandan tavana çıkartılan bir Cumhurbaşkanlığı makamının yetkilerinin de buna oranla yükseltilmesi gerekirdi. Bu da demokrasinin gereğidir. Ama biz de tam tersi yaşandı. Cumhurbaşkanı’nın varolan yetkilerini kullanması bile yadırgandı. Maksat; “muhalefet”…
AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli’nin başkanlık sistemine geçişe bir hazırlık aşaması olarak nitelediği Partili Cumhurbaşkanlığı ne gibi değişiklikler getiriyor?
Aslında yetki noktasında pek bir değişiklik yok. Yani Cumhurbaşkanı’nın yetkileri filan genişletilmiyor. Sadece mevcut Anayasa’daki 101. maddenin son fıkrasında bulunan; “Seçilen Cumhurbaşkanı’nın partisiyle ilişiği kesilir” cümlesinin çıkartılması öngörülüyor. En azından Nurettin Canikli’nin açıklamaları, değişikliğin bununla sınırlı olacağını gösteriyor. “Şimdilik”…
Ayrıca Avrupa’nın büyük demokrasilerine baktığımızda; Almanya, İtalya, Polonya, Avusturya ve İzlanda gibi parlementer sistemle yönetilen ülkelerde ve yarı-başkanlık ile yönetilen Fransa da bile Cumhurbaşkanı’nın partisiyle olan ilişkisinin kesilmesini gerektiren herhangi bir kanun mevcut değil.
Bu değişiklikle birlikte Cumhurbaşkanı geldiği siyasi partinin genel başkanı olmaya veya üyesi kalmaya devam edebilecek. Hükümet seçimlerinde kendi partisine açık-seçik destek verebilecek.
Velhasıl, bu değişiklikle birlikte Cumhurbaşkanı tarafsız filan olmayacak. Yani mâlum; hükme kalbedecek.
Vesselam…