Kar Korsanları ismi nereden çıktı?
İsmi filmin kendisi çıkardı diyebilirim, çocuklar bir nevi televizyonlarda izledikleri üzerinden bir korsanlık eylemi içerisindeler, kömür bulmaya çalışıyorlar. O dönemde Kaptan Onedin (The Onedin Line) diye bir dizi vardı, o dizide korsanlar vardı. Ayrıca Kaptan Swing’de, çizgi romanlarda vs. korsanlar var. Filmdeki bir kahramanımız “Kars’ta deniz olsaydı biz de korsan olurduk” diyor. Deniz biliniyor ama görülmediği için, mahrumiyetten filmin adı çıkıyor. Deniz yok Kars’ta. Ne var; kar var. O zaman “Kar Korsanları” olsunlar.
Filmin en çok sevdiğim yanı mesajlarını sessiz sedasız, bağırmadan, mevzuyu propagandaya kaçırmadan verebilmiş olması. Böyle bir film yapabilmek için bir şeyleri feda etmek durumunda kaldınız mı?
Filmden çıkarttığımız bir şey yok. Senaryoda böyle zaten her şey. Sanırım edebiyat geleneğini kullandık biz filmde. Zaten ben provokatif şeylere mizaç olarak da yakın değilim. Ama bir de işin esas olanı, bir eserde vermek istediğinizi mümkün olduğu kadar saklamak. Bence bu daha doğru bir şey. Ayrıca zaten bizim asıl meselemiz kömür üzerinden giden bir anlatı, darbe bunun fonunu oluşturuyor. Bu fonu oluştururken de çocuğun gözünden, onun gördüğü kadarıyla, hissettiği kadarıyla anlatıyoruz. Yani biz orada darbenin kendisinden ziyade yansımalarını görüyoruz. Çocuğun gözünden görüyoruz meseleyi, onun görmediği bir şeyi biz bugünden biliyoruz diye anlatmak kandırmaca olur, o da hoş bir şey değil. Yani kandıramazsınız da, zaten hoş da olmazdı.
Film İran’dan da ödülle döndü. Hatta sizin de sinemada aldığınız ilk ödül oldu bu. Neler hissettiniz o anda, salonda mıydınız?
Tabi tabi ben her yere gidiyorum. Yani üç kişilik yer de olsa, çağırsalar gidiyorum. Çünkü biz bunu insanlar izlesin diye yaptık. Onların böyle bir daveti olunca kaçmak olmaz. Çok güzel oldu. Salonda Türkiye’den çok insan vardı. Hem konuklar, hem orada yaşayan arkadaşlar. Öyle filmin ismi açıklanınca, en iyi yönetmen deyince büyük alkış koptu salonda. Onu gerçekten bir komşu ülkeden almak çok değerli oldu.
Biz Türkiye’de İran filmi severken, İran’daki bir festivalde ödülün Türkiye’ye gelmesi çok güzel bir duygu…
Evet, evet çok güzeldi. Oradaki arkadaşlar da öyle söyledi. Çok beklenilen bir şey değildi ama ben niye öyle olduğunu da anlayamadım. Çünkü oradaki izleyici de çok sevdi. Ayrıca ön yargılı olduklarını da hiç hissetmedim. Çok açıklar bize karşı. Yabancılık hissetmedik biz hiç. Orada evdeymiş gibiydik. Ben genelde yurt dışına çıktığımda gergin olurum. Burada hiç gerilmedim.
Türkiye’deki festival sisteminin sağlıklı işlediğini düşünüyor musunuz? En iyi film, en yi yönetmen ve en iyi senaryo gibi ödüllerin farklı filmlere verilmesi…
Bu önceden bizim de çok tartıştığımız bir mesele idi. Neye göre bu kriterler oluşturuluyor? Senaryoyu almıyor, yönetmeni almıyor, görüntüyü almıyor, en iyi film diye ödül veriliyor. Fakat dünyada da böyle bir uygulama var; Venedik’te, Berlin’de bu uygulama var. Türkiye’ye de yansıdı şimdi. Kriterleri neye göredir, hakikatten ben de bilmiyorum. Jürinin aldığı karara jüriyi rencide edecek tarzda bir eleştiri yapmak bence doğru bir şey değil. Çünkü zaten bizler filmi oraya sunduğumuzda ya da her hangi bir eseri bir jüriye sunduğumuzda artık kararı ona bırakırız. Karar sizin lehinize olur aleyhinize olur. Ne olursa olsun ona saygı duyacaksınız. Eğer istemiyorsanız ya da sonuçtan çok alınacak kırılacaksanız vermeyin kardeşim yani. Bir de sanıyorum şöyle bir şey var; festivallerdeki para ödülü biraz algıyı bozuyor, yüksek olması. Çünkü iş hakikatten yarışa dönüyor. Sonuçta festival dediğiniz katılımcılıkla olan bir şey. Çok az bütçelerle film çekiliyor, ne yazık ki gişe şansı bulamıyor. Dolayısıyla tek para kaynağı olarak festivaller kalıyor, bu da algıyı bozuyor tabi.
Festivallerden ödül alıyorsunuz ama vizyona geldiğinizde sizin filminiz izlenmeyecek korkusu yaşıyorsunuz. Hâlbuki Kar Korsanları’nın ‘sanat filmi’ olması gibi bir durumu yok.
İşte bu nerede gösterime girdiğinize bağlı. Dağıtımcılar ve büyük sinema salonları daha ziyade gişe yapabilecek filmleri düşündükleri için, gerek Hollywood filmleri, gerekse bizdeki gişe şansı olan filmlere ayırıyorlar. Bize de daha küçük salonlar daha kıyıda köşede yerler kalıyor. Dolayısıyla 50 kişilik salonda 10 gün gösterseniz 500 kişi yapıyor. Fakat 500 kişilik bir AVM’de gösterilse 200 kişi gitse 2 günde 400 kişi gider. Sadece bizim film değil bütün filmler için olabilir bu. Çünkü Türkiye’de en çok gişeyi yapmış film 7 milyon. Demek ki bir ilgi var. Bunun binde birini yakalasak 70 bin kişi eder. Binde bir de yakalanabilir yani.