İmralı mektubu çağrısı, PKK haricindeki diğer örgütleri kapsıyor mu, kapsamıyor mu tartışmaları devam ederken Mazlum Kobani ve Ahmet eş-Şara, birlikte imzaladıkları sekiz maddelik anlaşmayla SDG’nin silah ve tüm unsurları ile Suriye Arap Cumhuriyeti’ne entegre edilmesine karar verdiler. Anlaşmada özerklik yok, federasyon yok, üniter yapıya zarar verecek herhangi bir madde yok.
Daha sonra Kandil’den ve YPG içinden gelen bazı açıklamalar kafa karıştırıyor olsa da bunlar, sözleşmenin sonuçlarını ortadan kaldıracak açıklamalar değil. Yeni Suriye devletinin yönetim şeklinin Suriye Arap Cumhuriyeti olarak ilanı, bu açıklamalardan daha kuvvetlidir.
Kürtlerin hafızasında kalanlar
Orta Doğu coğrafyasında yaşayan bütün Kürtler şunu asla unutmamalı; Halepçe katliamında binlerce çocuk, yaşlı, genç insan kimyasal elma kokulu bombayla öldürüldüklerinde dünyanın egemen güçleri sessiz kaldı. Avrupa ülkeleri kaçan Kürtlere kapısını açmadı. Katliamdan iki gün sonra yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında tek bir satır değerlendirme yapılmadı ve Saddam kınanmadı.
Saddam’ın zulmünden kaçan Kürtlere kucak açan tek bir ülke oldu; o da Türkiye’ydi. O dönem 500 binden fazla insana Türkiye devleti kucak açtı. Bugün benim en büyük umudum;Kürtlerin hafızasında kalanlar.
Kandil’den farklı açıklamalar gelse de Kürtlerin hafızası, bugün ne Amerika’ya ne İsrail’egüvenmeyeceklerini hatırlatacak tazeliktedir.
Terörsüz Türkiye’de fikirler öldürmez, güçlendirir.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, yaptığı açıklamada; Cumhurbaşkanımızın,21 Mart Nevruz (Bahar) Bayramı’nda Haliç Kongre Merkezi’nde yapılacak özel bir programa katılacağını belirtti
Bunun bir fırsat olduğunu düşünüyorum ve özellikle yıllardır “Kürt sorunu nedir?”, “Kürtler ne istiyor, neleri eksikti?” diyenler için, sorunun tam ne olduğunu herkesin anlayabileceği şekilde birilerinin anlatmasını da ümit ediyorum.
Hele bir de bir türlü bitmeyen “Nevruz’un kimin olduğu” tartışmaları başlarken… Yok Türklerin bayramıdır, yok Kürtlerin bayramıdır, yok Azerilerin bayramıdır tartışmaları üzerinden “Türk dünyasının”, “Kürt dünyasının” nevruzuna merhaba başlıklı etkinlikler için hazırlıklar yapılırken gerçekten “nevruzun ne ve Kürtlerin dertlerinin ne olduğunu” iyi anlatmak lazım.
SDG’nin silahlarını ve tüm güçlerini Suriye Arap Cumhuriyeti yönetimine entegre kararı almasından sonra geçen haftaki yazımda bu konuya değinmiştim. Yazımı okuyan bazı dostlarımdan gelen yorumlar karşısında hem şaşırdım hem üzüldüm. SDG ve HTŞ arasındaki anlaşmaya mesafeli davranılmasını bir yere kadar anlayabilirim ancak bunun oradaki Kürtlere getireceği imkânın, “Kürtler bir devletin ortağı mı olacak?” kaygısına evrilmesinianlayamadım.
Evet, Kürtler bu coğrafyada dillerinden ve kimliklerinden dolayı pek çok sorun yaşadılar;Türkiye’de de yaşadılar ve şu an bu sorunlar çözüldü. Artık inkâr ve asimilasyon bitmiş olsa da bazı eksikliklerimiz bizi küresel rekabette ekonomik ve siyasi olarak geride bırakıyor.
Farklılıklarımız için yapılacaklar hepimize iyi gelecek.
Kürtler, binlerce yıldır bu topraklarda, annelerinin konuştuğundan farklı bir dille doğdu. Onların da kendine özgü bir kültürü, tarihî ve çocuklarının Türkçeye çeviremedikleri masalları, hikâyeleri var. Bu kültürel zenginlik, sadece bir etnik kimlik meselesi değil, aynı zamanda insanlığın ortak mirasıdır.
Yüzyıllar boyunca Kürtçenin yasaklanması bizi daha güçlü kılmadı, daha zengin yapmadı,daha renkli yapmadı, daha mutlu da yapmadı. Evet, şu an hepimiz eşitiz; hepimiz anayasal hakları kullanmakta eşitiz ancak fırsat eşitliği daha başka bir şeydir. Fırsat eşitliği olmadan gerçek anlamda eşitlik olmuyor.
Doğu ve güneydoğuda Türkçe bilmeyen çocuklar veya çocuğuyla Kürtçe konuşan, bu nedenle Türkçesi yeterli olmayan veya tamamen Kürtçe konuşan çocuklar, Türkçe bilmeyen öğretmenler eşliğinde Türkçeyi öğrenmeye çalışırken batıdaki çocuklara göre avantajlı mı yoksa dezavantajlı mı sorusuna evet diyebiliyor muyuz? Benim cevabım; hayır olur.
Manisa’dan kalkıp oradaki çocuklara öğretmen olmaya giden genç, idealist bir öğretmeninbirkaç cümle Kürtçe bilmesinin zararı olur mu? Böylelikle öğretmen ile öğrencisi arasında daha güçlü bir bağ kurulmuş olmaz mı? O çocuk, öğretmenine daha büyük bir sempati ve sevgiyle bağlanmaz mı? Eğer bizler bu beyinleri küçük yaşlardan itibaren geride bırakmaya devam edersek; başörtülülere, engellilere, kız çocuklarına yaptığımız gibi yaparsak sonucun ülkemiz için iyi olmayacağını söylemeye gerek var mı?
Güneyimizde Arap devletleri ile barışçıl bir komşuluk ilişkisi kurarken neden bağımsız bir Kürt toplumunun varlığı bizi rahatsız etsin? Arap, Fars, Gürcü, Yunan ve diğer komşularımızla birlikte yaşarken Kürt toplumunu komşu olarak görmekten neden korkmalıyız? Hepimiz bu ülkenin maraton koşucularıyız ve her bireyin kendi devleti için en iyi koşucular olmalarını istemek birilerini rahatsız etmemeli.
Ben Türk tarihimizin son 5 bin yılını öğrenip sayarken Kürtlerin tarihinin en azından son 200 yılını birlikte tartışabilirsek o zaman gerçekten eşit olduğumuza inanabilirim. Bu, sadece bir kimlik meselesi değil, aynı zamanda barış ve kardeşlik içinde bir arada yaşama arzumuzun bir göstergesidir.
Ben, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak Türk tarihini ve dilini gururla öğrendim ve çocuklarıma aktardım. Ancak, kendi köklerimden gelen ve yazılı olmayan hikâyelerimi aktaramadım; sadece anlattım. Benim aklımda kalanları onlar da kendi çocuklarına aktaracak. Akılda kalanların yazıda kalmaması hazin değil midir? Örneğin; nevruzun Kürtler için anlamını, tarihini ve hikâyesini, Demirci Kawa efsanesini nenemden dinledim; hatırladığım kadarını anlatabilirim. Kürtlerin İslamiyet’le buluşmasından önce Kürtlerin Zerdüştçüolduğunu ve ilk tanrılarının Zervan; Zervan’ın ise Hürmüz ve Ehriman adında iki oğlu olduğunu; oğullarından Hürmüz, bereket ve ışık saçarken Ehriman’ın kötülük ve kıtlık getirdiğini, dinlerinin Zerdüştçülük, kutsal kitaplarının Ahura Mazda olduğunu anlatabilirim. Hürmüz, kendisini yeryüzünde temsil etmesi için yeryüzüne sevgi ve bereketi Zerdüşt ile yayarken Ehriman ise onu kıskanır. Mezopotamya’ya felaket, kıtlık yağdırır ve içindeki kötülükleri Kral Dehak denilen bir zalim kralın beynine aktarır. Kral Dehak, bir gün amansız bir hastalığa yakalanır; baş ağrısına çare bulunmaz, yaraları kapanmaz. Çare olarak,Mezopotamya’da her evden bir genç delikanlı beyninin yaralara iyi geleceği söylenir. Her gün bir evden bir delikanlı, krala kurban edilirken Demirci Kawa, tek kalan oğlunu vermek istemez ve bir plan yapar. Demiri döver, ‘kèr’ denilen keskin bir bıçak yapar, gizlice saraya girer ve kralın kafasını keser. Halka haber vermek için dağlara çıkar, orada ateş yakar ve böylece kurtuluşun müjdesini verir.
Benim babaannemden duyduğum nevruz buydu. Kafkasya’dan Orta Doğu’ya bütün coğrafyalarda nevruzu Türkler, Kürtler, Araplar aynı coşkuyla kutlayalım. Çünkü tüm kültürlerde nevruz birlikte yaşamayı, mücadele etmeyi ve cesareti temsil ediyor.