Mustarip bir bilincin ürettiği siyaset, ne yazık ki hitap ettiği toplumun kolektif bilincini de olumsuz yönde etkiliyor.

CHP’nin ürettiği siyasetin de uzun zamandır kazanamamış bir partinin, güçlü iktidar karşısında yaşadığı yenilgiler sebebiyle geliştirdiği endişe ve sıkıntıların bir ürünü olduğunu iyi görmek gerekiyor.

Âdeta arzuları geri tepmeye uğramış nevrotik psikolojideki bir insan gibi sürekli endişeli hâlde olan CHP, sağlıklı bir siyaset üretemediği gibi doğru yol arkadaşları da seçemiyor.

Yıllarca kaybetmenin getirdiği endişeli, sıkıntılı ve mustarip bilinç CHP’yi; terör örgütünün siyasi uzantısı olan bir partiyle bile “yeter ki bir defa kazanayım” baskısıyla açıktan bir yol yürümeye kadar götürmüş durumda.

Türk Dil Kurumu'na göre “sinirsel” olarak tanımlanan nevrotik bozukluk; kaygı, olumsuzluk, karamsarlık, huzursuzluk, depresif ruh hâli ve kendinden şüphe duymaya neden olan duygu durum bozukluğudur.

CHP’nin kurumsal olarak yaşadığı “mustarip bilinç” sendromunun yansımalarını Genel Başkan’ın konuşma ve tutumlarından ya da Belediye Başkan adaylarının uygulamaya çalıştığı hırçın, azarlayıcı ve aşağılayıcı siyaset tarzından da takip edebilirsiniz.

Büyük kayıpların ardından insanlar “obsesif öz savunma” duygusu yaşarlar.

Bu duygu, “Biz bir şeyleri eksik yapmasaydık belki de bu kayıp yaşanmayacaktı” suçlamasının bir ürünüdür.

Ve bu duyguyu dindirecek tek şey sadece zamandır.

Lakin CHP’de kayıplar hiçbir zaman kazanmaya dönmediği için zamanın iyileştirici gücü de görevini yapamaz hâldedir.

Dolayısıyla CHP’de ne kadar değişim yaşanırsa yaşansın göreve başlayan her yeni isim, bu kurumsal mustarip bilincin yüküyle geliyor.

“CHP’nin seçim yenilgileriyle dolu makus tarihini ben değiştireceğim” iddialarının ardında ise gerçekte hep o nevrotik (sinirsel) arka plan işlemeye devam ediyor.

Suçluluk duygusunun ürettiği “obsesif öz savunma”, CHP’nin içindeki şiddetli kavgaların da en önemli sebeplerinden biri gibi görünüyor.

Zira herkes, kaybedişin müsebbiplerinden biri olan kendisini aklamak için partili diğer yol arkadaşını suçluyor; “onun yüzünden kaybettik” cümlesiyle arınmaya çalışıyor.

CHP’nin tarihi, bahsettiğim duygular sebebiyle bir yandan da tabular tarihidir.

Âdeta dokunan ya da anan kimsenin lanetlendiği ve bunun içinde çok ağır bedellerin ödendiği yaşam biçimleri ve kavramlar vardır.

28 Şubat aslında bütün bu tabuların topyekûn bir sonucu da oldu.

Kant’ın, “koşulsuz buyruk” olarak ifade ettiği ve CHP’nin de yerine getirdiği şey tam da budur.

İlkel kabilelerde çok kuvvetli bir etkiye sahip olan ve ihlalin bedelinin de bazen hayatla ödendiği tabuların, modern bir çağda ve demokrasi iddiasıyla dayatılması ise çok başka bir yazının konusu.

Yakın tarihimizin neredeyse tamamında toplumsal huzurun karşısında duran CHP’nin mustarip bilincinin, Sigmund Freud’un psikanaliz yöntemiyle rahatlatılması gerektiği kanaatindeyim.

Yaşanacak katarsisin (arınma) hem CHP’ye hem de Türkiye siyasetine iyi geleceğini düşünüyorum.

Tarihimizle, değerlerimizle barışacak olan CHP’nin en büyük faydayı kendisine sağlayacağı ise muhakkaktır.

Tabii CHP’nin önce kendi durumunu kabul etmesi ve Freud’un katarsis koltuğuna uzanması gerekir.

Zira her seçim yenilgisinin ardından seçmeni ya da birbirlerini suçlayanların, mustarip ve tabularla engelli bilinçlerinin farkında olmadıklarını gösteriyor...