Seçimlere damgasını vuran konulardan birisi de beklenildiği gibi mülteciler ve kaçak göçmenler meselesi oldu.

Bu meselenin bir şekilde çözülmesi gerektiği ile ilgili neredeyse tüm siyasi partileri kapsayan toplumsal bir konsensüs oluştuğu görülüyor.

Siyasetin temel görevlerinden birisi de toplumsal talepler ve meseleler için rasyonel, sağduyulu, uygulanabilir, toplumun ve devletin çıkarlarını gözeten çözümler üretmektir.

Ortada bir mesele olduğu konusunda bir konsensüs olmasına rağmen bu meselenin nasıl çözülmesi gerektiği ile ilgili bir konsensüs olduğunu söylemek oldukça zor.

Bir tarafta oldukça duygusal, dışarıdan FETÖ ve PKK gibi terör örgütleri ve yabancı istihbarat örgütleri tarafından yalan haber ve bilgilerle özellikle kaşınan ve provoke edilen, gerçek olmayan bilgilere ve algılara dayanan, zaman zaman ırkçılığa varan öfke patlamalarına kadar gidebilen irrasyonel bir tutum bulunuyor.

Bu görüşe göre ülkede 10 milyon mülteci bulunuyor; milyonlarca Afgan ve Pakistanlı, Türkiye’yi işgal etmek üzere yollara dökülmüş durumda. Hâlbuki eldeki tüm veriler bu iddiaların doğru olmadığını ortaya koyuyor.

İlk tur seçimleri kazanamayan Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir anda bu yalanların sözcüsü olmak üzere 10 milyon mülteci yalanına sarıldığına şahit olduk.

Kılıçdaroğlu’na bu meseleyi nasıl çözeceği sorulduğunda “bana güvenin, çözeceğim”den başka bir şey diyemiyor.  Yani ne bir plan ne de bir program açıklayamıyor.

Kılıçdaroğlu’nun aklında olan ise Suriye’nin kuzeyinden çekilmek de dahil olmak üzere Esad ne isterse verip mültecileri Esad rejimi altındaki bölgelere göndermek.

Böyle bir adımın iki büyük sakıncası var. Birincisi, Suriye’nin kuzeyindeki sözde PKK devletine alan açmak; ikincisi ise Suriyeli mültecileri bir anlaşma ve işleyen bir hukuk düzeni olmadan Esad rejiminin kontrolü altındaki bölgelere zorla göndermenin pratikte mümkün olmaması.

Yani Kılıçdaroğlu her konuda olduğu gibi bu konuda da hayal satıyor.

Ama daha da tehlikelisi Kılıçdaroğlu’nun Suriye’nin kuzeyinde atacağı adımlarla yıllardır ilmek ilmek dokunan tampon bölgeyi PKK’ya hediye edecek adımları atması olacaktır.

Yani Suriyeli mülteciler meselesi ister istemez PKK’nın Suriye’deki varlığı ile doğrudan ilintilidir ve Türkiye gerekli garantileri almadan Suriye’de bir adım kesinlikle atmamalıdır.

Suriyeli mülteciler ve kaçak göçmenlerle ilgili ikinci tutum ise soruna akılcı ve sağduyulu yaklaşarak meseleyi ulusal çıkarlar çerçevesinde bir çözüme ulaştırmak.

Bu noktada mevcut hükûmetin kısa, orta ve uzun vadeli uygulanabilir bir politikasının olduğu görülüyor.

Sınır güvenliğinde alınan önlemler, Suriye’nin kuzeyinde kurulan tampon bölge ve bu bölgede Suriyeli mültecilerin dönüşünü gerçekleştirmek üzere inşa edilen briket evler ve OSB’ler ile mültecilerin geri dönüşünün çoktan hayata geçirilmeye başlandığını görüyoruz.

Bu planın diğer boyutunu ise İran, Rusya ve Suriye rejimi ile başlatılan görüşmeler oluşturuyor. Bu çerçevede varılacak bir anlaşma ve alınacak garantiler sonrasında geri dönüşlerin çok daha hızlanacağını bekleyebiliriz.

Mülteciler meselesi çok karmaşık bir sorun, bu konuda basit ve duygusal adımların bir çözüm getirmeyeceği açık.  Bu sorun ancak ayağı yere basan, sağduyulu ve rasyonel politikalar ile çözülebilir.