Artık akademik metinlerde de görmeye başladığımız önemli bir karşılaştırma var. Bu karşılaştırma Jeremy Bentham’ın 1785’te tasarladığı hapishane için kullandığı ve Michel Foucault’nun meşhur ettiği “görmenin dominant rolü”ne de tekabül eden “panopticon” kavramı ile sosyal medyanın, başta ABD olmak üzere büyük güçler için ifade ettiği anlamdır.
Görme hadisesi sadece nesneler dünyasının tanımlanması değil, bu anlamda tam bir tahakküm aracıdır… Görmediğinizde dolayısıyla da bilmediğinizde oluşamayan güç ne ise tam da onun karşısına düşen bir güç… Görerek, tecrübe ederek öğrendiklerimiz doğal bir karşılaştırmayı da içerisinde barındırır… Karşılaştırmalar da insan zihninde ufuklar açar ve anlamın zenginleştirilmesine katkı sağlar… Tabi bu anlamın zenginleşmesi sadece olumlu zeminde ve hayra hizmet eder değildir… Bir o kadar da şantajcıların ve hegemon güçlerin emellerine hizmet eden anlamlar üretilir bu yoldan… Giddens da gözetimi, doğrudan izlenme yoluyla toplanan şifrelenmiş bilgi birikimini, sosyal davranışların dizaynı ve otokontrolünü sağlayan bir araç olarak görüyor.
Herkesin görmesinde bir mahsur olmayanlarla “mahrem” olanların görünmesi arasında da ciddi bir ayırım gerekir… Mahremiyet ya da nelerin teşhir edileceği meselesi de izafidir neticede… Bu izafiyet insana dönük olduğu kadar mekâna da aittir… Bazı “mahrem”iyetlerin sadece mekânı ilgilendirdiği de çok açık… Sokakta teşhir edemediğini sanalda teşhir etme cesareti de aslında bu mahremiyetin insana dönük olmadığının en önemli göstergesidir… Sokakta teşhire yasaklı olan aynı şahıs, sanalda bu yasaktan azadedir. O halde teşhir edilen mahremin değerini belirleyen “sır” da yok olup gitmektedir. Sırra değerini veren kendiliğindenlik, “teşhir fetişizmi”ne yenilmiş ve bu gücünü mekâna kaptırmıştır artık; ister gerçek ister sanal… Mekânın sahipleri de binbir hile ile teşhire razı ettiklerinin sırlarıyla –tabi artık sır denebilirse- sırrın sahiplerine nizam vermektedir…
“Teşhir etme” duygusunun çok acı bir şekilde tecrübe edildiği bir çağda, gözlemcilerin işi hiç de zor değil aslında. Dolayısıyla gönüllü bir kitleden görüntü almak ve bu görüntüyü “dominant” bir zeminde kullanmak hiç zor değil… Artık insanları ya da karşıtlarını izlemek için tasarlanmış binalara ya da hapishanelere ihtiyaçları yok… Bu görev sosyal medyaya ait…
Bu durumu “süper panopticon” olarak görenler de var. Haksız da değiller bana göre. Bu devasa ve ifade ettiği güç, kullananları tarafından bile tam olarak kavranamamış “gözetleme” hem bir şantaj aracı hem de terbiye etmenin veri sağlayıcısıdır…
Sosyal medyanın bir panopticon olarak kullanıldığı gerçeğini artık yok sayamayız. Buradan sağlanan bilgilerle dünyanın değişik bölgelerine, kendilerince bir nizam vermeye çalışanlar bu “bilme gücünü” tek taraflı olarak ellerinde bulunduruyorlar maalesef… Dünyanın en önemli sosyal medya şirketlerinin bütün datalarını ABD’de bulundurmaları ve gerektiğinde de –her türlü inkâra rağmen- onun hizmetine sunmaları artık inkâr edilemez bir hakikattir.
Bugün bu görmenin gücüyle ya da “görmenin dominant rolü” ile Venezuela’da yapılmak istenenleri okumaya çalıştığınızda, yansıyanlar hem çok ilginç hem de ürkütücüdür… Bu noktada önemli sosyal medya şirketlerinin Maduro’ya yönelik aldığı karşı tavır da son derece önemli ipuçlarını barındırıyor…
İddia ettikleri gibi bu sosyal medya hesapları her kullanıcısına eşit mesafede ve siyasi durumlarına bakmadan bir hizmet sağlıyorsa o zaman Maduro’ya yaptıkları ne ile izah edilebilir… Sebebi ne olursa olsun seçilmiş bir lidere yapılan darbe girişiminde nasıl taraf tutabilir ve onun isminin yanındaki mavi tiki (güveni hesap) kaldırabilir?
Aynı şirketlerin Gezi’de, 15 Temmuz’da yaptıkları da bu gözetlemeyi doğrulamıyor mu? Kime ve neye hizmet ettikleri, neyin tarafını tutukları da orta da değil mi?
Olumlu yönlerini inkâr etmediğimiz mesele şu: Mademki ortada bir şantajcılık var, o halde her kullanıcının paylaşımlarında ketum olması gerekir. Sokakta koruduğu “mahrem”ini sanalda da korumalıdır. Teşhir fetişizminin tatmin aracı olarak kullanılan sanal dünyanın “sır” olan, sır olduğu için de gizemli ve lezzetli olan her şeyi bayağılaştırmasına da müsaade edilmemeli bana göre… Karanlıkta bırakılması hatta saklanması gerekenlerin gönüllü teşhirciliğinden vazgeçilmelidir artık. Zira bu vazgeçiş,gönüllü olarak kendimizi izlemesine izin verdiklerimize devrettiğimiz gücümüzü devralmanın da tek ve en temel yoludur…