Bir İstanbul Belediye Başkanı var ki evlere şenlik.

Gördüğü hiçbir kamerayı, uzatılan hiçbir mikrofonu es geçmediği için verdiği ayaküstü demeçlerle sürekli hata yapıyor.

Refleksif kültürüyle asıl inandığını anında söyleyip sonra da pabucun pahalılığını anlayınca daha düşünülmüş yeni şeyler söylemeye mecbur kalıyor.

Gözü gören herkesin gördüğü, kulağı duyan herkesin duyduğu, aklı eren herkesin idrak ettiği şeyleri, “Ben öyle demedim” diyerek insanlarla da alay ediyor üstelik.

İmamoğlu’nun “Eğer istinaf mahkemesi bana ceza verirse bunlar 2028 seçimini göremezler” sözünü herkes duydu.

Bu sözün ne ifade ettiğini de herkes anladı.

Lakin sözün sahibi şimdi de tıpkı Yüksek Seçim Kurulu üyelerine yönelik kullandığı ifadelerdeki gibi bunu da bulandırarak izini kaybettirmeye çalışıyor.

Valiye “it” dedikten sonra da aynı yöntemle bulandırmamış mıydı ortamı?

Demek ki Fatih Portakal bile yanlış duymuş diğer herkes gibi.

Fakat bu defa efelenmelerinin, atarlı tavırlarının nereden beslendiğini de çok açık bir şekilde göstermiş oldu.

Meğer kendisine oy veren kitleleri sokağa dökmenin sağlayabileceği güçmüş o yaslandığı şey.

İBB Başkanı, Paskal’ın, “Moda neyin çekici olduğunu tayin ettiği gibi adaleti de tayin ediyor” sözünü rehber edinmiş gibi duruyor.

Her fırsatta “adalet” diyenler, yargı önünde eşitlikten bahsedenler, “Sırtımız bir kitleye yaslı, onun için de istediğimize hakaret eder, istediğimiz suçu da işleriz.” diyorlar.

Sosyal medyanın rüzgârına aldanıp bindirilmiş kıtalarla coşanlar, toplumun ve tarihin hakikatlerinden de bihaber görünüyorlar.

Fonlarla coşanların, gönülden bağlılığına çok aciz bir duyguyla inanıyorlar.

Yargıyı, iktidarı dün ordu üzerinden tehdit edenler, bugün de bindirilmiş kıtalarıyla susturacaklarını zannediyorlar.

Çıkar birliği sebebiyle yalanda mahsur görmeyenlerin sadakatinden pek endişe etmiyor gibiler ama hakikat başka bir mecrada yol alıyor ve buna karşı da miyoplar.

“Gücün özü korumaktır.” yıkmak değil.

Varsa bir gücünüz koruyun, kollayın ve bu millete fatura ödetmekten vazgeçin.

Gücünüz yetmediğinde ya da şımarıklık yapıp suç işlediğinizde, hakaret ettiğinizde sürekli birilerini destek olmak için sokağa çağırma acizliğinden de kurtulun artık.

Sayın Erdoğan, gerçek manada mağdur olduğu hâlde ve bunun sonucunda hapis dahi yattığı hâlde aklının ucundan bile geçirmedi bu türden şeyleri.

Haklı olduğu davada kendisi için böyle bir talebi dile getirmenin, milletine farklı bedeller ödetebileceğini düşünerek ve sorumlu bir siyasetçiye uygun düşmeyeceği için bunu yapmadı.

Bir filozof, İBB Başkanı gibi davrananları çok net bir cümleyle tanımlıyor: “Kalabalığa saklanır ve sayısal üstünlüğü yardıma çağırırlar.”

İstanbul’da aldıkları oyun arkasına saklanarak etrafı tehdit etmenin başka bir izahı da yoktur zaten.

Erasmus ne diyordu; “İnsan bir yolculuk yaparsa anlatacak şeyleri olur.”

Kaldı ki yolculuk sadece iklimi ve manzarayı değiştirir, aklı değil…

Anlatacak şeyleri olmayanlar polemikten, dezenformasyondan, etrafı suçlamaktan başka bir yol bulamadıkları için düştükleri zelil hâlden de çıkamazlar.

Bu milletin en sevmediği şey tehdit edilmektir.

Yargımızın da bu tehditlere boyun eğmeden en hakkaniyetli kararı vermesi gerekir.

Kaldı ki İBB Başkanı’nın asıl amacı da bir ceza alıp kahraman olmaktır.

Bunu, Saraçhane’de Meral Akşener ile “çak” yaparken de çok açık bir şekilde göstermiştir.

Evet, bu millet mağdurun yanındadır ama yalancıların, çarpıtanların ve tehdit edenlerin değil…

Öyle zannediyorum ki kaçırılan en temel hakikat de budur…

İBB Başkanı’nın umduğunu bulamayıp avucunu yalayacağı yer de tam burasıdır…